Bir okur yorumuna yanıt | Refah ve savaş arasındaki diyalektik

| Adem Hüyük
“Bu nasıl bir mantık?” diye soran bir okurumuz, yazımızda Avrupa’nın refahıyla Ortadoğu’daki savaşlar arasındaki bağlantıyı kurmamızı “nankörlük” olarak nitelendirmiş.
Okurumuzun eleştirisine saygıyla yaklaşıyoruz, ancak bazı noktaları berraklaştırmak isteriz.
Bugün Ortadoğu’daki sefalet yalnızca yerel liderlerin “ahlaksızlığı” ya da “beceriksizliği” ile açıklanamaz. Irak’ın işgali, Libya’nın parçalanması, Suriye’deki vekâlet savaşları gibi örnekler, küresel güçlerin Ortadoğu’daki müdahaleci politikalarının en çıplak örnekleridir. Bunlar tesadüf değil; petrol, jeopolitik konum ve silah pazarı gibi çıkarların sonucudur.
Avrupa’nın bugün yaşadığı refahın temelinde yalnızca üretim değil; tarihsel sömürgecilik, dış kaynaklara erişim ve ucuz iş gücü vardır. Bu bağlamda, Avrupa’da doğmamış ya da büyümemiş ama burada çalışan milyonlarca göçmen, sistemin görünmeyen taşıyıcılarıdır. Bizler yalnızca “ekmek yemek” için burada değiliz; üretimin, bakımın, hizmetin içindeyiz. Kaldı ki, Avrupa’da yaşamak, sistemin politikalarını eleştirme hakkını elimizden almaz.
Dahası, Avrupa’nın sınır politikalarının, mülteci anlaşmalarının, silah satışlarının ve dış müdahalelerinin başka coğrafyalarda yol açtığı tahribatı dile getirmek, yaşadığımız yeri suçlamak değil; sorumluluk almak, vicdan sahibi olmaktır.
Sonuç olarak, ne Avrupa’yı ne Ortadoğu’yu tek bir pencereden görmek mümkün. Bizim yaptığımız şey nankörlük değil; bağlantıları kurmaya, görünmeyeni görünür kılmaya çalışmaktır. Avrupa’da yaşamak, gerçekleri görmemize engel değil, imkân olmalıdır.
Refah ve savaş arasındaki diyalektik: Avrupa ile Ortadoğu’nun görünmeyen bağı
Avrupa’nın bugünkü refahı ile Ortadoğu’daki savaşlar arasında doğrudan bir çelişki değil, diyalektik bir bağ vardır. Bu bağ, sadece geçmişteki sömürgecilikle değil, bugün devam eden enerji politikaları, silah sanayisi, göç politikaları ve finansal müdahalelerle de beslenmektedir.
Bir yanda, istikrarsızlık üreten savaş bölgeleri; diğer yanda bu istikrarsızlıktan siyasal ve ekonomik fayda sağlayan merkezler yer alır. Ortadoğu’da petrol ve doğal kaynaklar üzerine kurulu savaşlar, Avrupa’nın enerji güvenliğini garanti altına alırken; yoksullaşan halklar, sığınma yolları arar. Bu yollar çoğu zaman Avrupa’ya çıkar.
Silah satışlarının büyük kısmı hâlâ Avrupa merkezli şirketler tarafından yapılır. Savaşan coğrafyalar, sadece pazar değil, aynı zamanda stratejik bağımlılık alanı olarak görülür. Her bombanın ardından kurulan bir “yeniden inşa” pazarı vardır. Avrupa ekonomisi bu çarkların dışında değildir; aksine, yer yer motorudur.
Göç ise bu diyalektiğin diğer ucudur. Savaşın kaçınılmaz sonucu olarak yerinden edilen insanlar, Avrupa şehirlerinde ucuz iş gücü olarak görülür. Bir kısmı kayıt dışı ekonomide sömürülürken, bir kısmı da “beka” tartışmalarının nesnesi hâline gelir. Göçmen emeği ile kalkınan sistem, aynı göçmeni günah keçisi ilan edebilir.
Bu bağlamda mesele sadece “kim suçlu?” değil, “hangi sistem sürdürülebilir?” sorusudur. Avrupa’nın refahı, Ortadoğu’nun huzuru pahasına kuruluysa, bu refah ne kadar adildir?
Bu diyalektiği görmek ne Avrupa’yı topyekûn şeytanlaştırmak ne de Ortadoğu’yu sadece mağdurlaştırmak anlamına gelir. Aksine, bu ilişkilerin yapısal doğasını görmeden adil bir dünya tahayyülü kurmak mümkün değildir.| ©DerVirgül
Okuyucu tarafından yorum yazılan haberi okumak için buraya tıklayınız!