Gurbetçinin yaşam hakkı hedef alındı | “Dönüş yolundaki kaza haberlerini bekliyoruz”

| Adem Hüyük
Bir haber sitesinin yorum bölümüne, Avrupa’dan Türkiye’ye kara yoluyla gelen tatilciler için şunlar yazıldı:
“Dönüş yolundaki kaza haberlerini bekliyoruz.”
“Kazalı, belalı yolculuklar diliyorum.”Bu cümleler yalnızca birer nefret söylemi değil; açıkça yaşam hakkını hedef alan, ölüm temennisinde bulunan düşmanlık ifadeleridir. Her yıl tatil için binlerce kilometre yol yapan insanların can güvenliğini hedef alan bu ifadeler, dijital dünyanın ne kadar kolay ve cezasız bir şekilde vicdansızlığa açıldığını gösteriyor.
Yüzlerce yorum…
Yüzlerce nefret cümlesi…
Bu satırları yazanların insan olduğunu düşünmek bile istemiyoruz.Kısa bir süre önce, Türkiye’den dönen bir aile Bulgaristan’da trafik kazası geçirdi. Aileden iki kişi yaşamını yitirdi.
Şimdi sormak gerekir:
Bu yorumları yazanlar, bu haberi okuyunca sevindiniz mi?Ölüm temenni eden bir topluluğa dönüşmek, bir toplumun kendi kalbine ateş etmesidir. Gurbetçiler, sevdiklerine kavuşmak için yollara düşerken; bazıları, onların yokluğunu dileyerek karanlık bir aynaya dönüşüyor. Bu aynada ne adalet ne vicdan ne insanlık kalıyor.
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte Avrupa’da yaşayan milyonlarca gurbetçinin Türkiye’ye doğru yola çıkması, her yıl olduğu gibi bu yıl da hem sevinç hem de gündem yarattı. Ancak bu geliş, bazı çevrelerde yine tahammülsüzlükle karşılandı. Türkiye merkezli bir haber sitesinde yayımlanan “26 bin gurbetçi giriş yaptı” başlıklı bir haberin yorum bölümünde yer alan bazı ifadeler, yalnızca ayrımcılığı değil, insan hayatına yönelik nefretin dijital mecralarda ne kadar kolay ve cezasızca dile getirilebildiğini gözler önüne serdi.
“Kazalı, belalı yolculuklar diliyorum” – dijital linç kültürünün karanlık yüzü
Habere yapılan bazı yorumlarda açıkça “dönüş yolundaki kaza haberlerini bekliyoruz”, “kazalı, belalı yolculuklar diliyorum”, “hepsi ayrı bela” gibi ifadeler kullanıldı. Sadece bir grup insanın tatil için memleketlerine dönüşünü haber yapan bir içerik, anında nefret söylemlerinin hedefi haline geldi. Bu tür yorumlar, ifade özgürlüğü değil, doğrudan yaşam hakkını hedef alan düşmanlık cümleleri olarak değerlendirilmeli.
Gurbetçiye karşı sistematik önyargı
Yıllardır Türkiye ekonomisine dövizle katkıda bulunan, milyonlarca Euro harcayarak memleketine gelen Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenler, bazı çevrelerce trafik kazaları, lüks harcamalar ve farklı yaşam tarzları üzerinden küçümseniyor. “Memleketine sadece gösteriş yapmak için geliyor” ya da “Kurallara uymuyorlar” gibi kalıp yargılarla başlayan bu öfke, dijital yorumlarda artık ölüm temennisine kadar uzanabiliyor. Bu, bireysel değil, kolektif ve sistematik bir dışlamanın dijital yansımasıdır.
Moderasyon eksikliği ve cezasızlık sorunu
Bu tür yorumların çoğu, denetimsiz kalan haber sitelerinin yorum bölümlerinde yayınlanıyor. Haber siteleri, bu alanları “okurla etkileşim” bahanesiyle açık tutarken, içeriklerin sorumluluğunu üstlenmekten kaçınıyor. Oysa Türk Ceza Kanunu’na göre halkı kin ve düşmanlığa tahrik, ayrımcılık ve nefret söylemi suçtur. Ancak internet ortamında bu suçlara karşılık gelen caydırıcı ve görünür bir adli süreç genellikle işletilmiyor. Cezasızlık, nefret söyleminin yeniden üretimini teşvik ediyor.
Basının sorumluluğu ve sessiz kalan kamuoyu
Bu noktada en az nefret yorumu yapanlar kadar suskun kalan medya kuruluşları ve kamuoyu da sorgulanmalıdır. Sadece haberin altında birkaç cümleyle kullanıcıyı hedef almak yeterli değildir. Bu tür olaylar, medyanın toplumsal barışa katkı sunmakla mı yoksa ayrımcılığı körüklemekle mi görevli olduğu sorusunu gündeme getiriyor.
Toplumun farklı kesimleri arasındaki mesafeyi kapatmak, sadece kurumlara değil, okurdan gazeteciye herkesin etik ve hukuki sorumluluğudur. Aksi hâlde dijital mecralar, yalnızca haberin değil, nefretin yayıldığı alanlara dönüşür.
Sessizlik suça ortaklıktır
Gurbetçiye “belalı yolculuk” dileyen, “kaza haberlerini bekleyen” zihniyet, yalnızca göçmenleri hedef almıyor. Bu söylem, toplumun vicdanını hedef alıyor. Nefretin sıradanlaştırıldığı bir ortamda hiçbir kesimin güvende kalması mümkün değildir.
Unutulmamalı: Nefret, önce sessiz kalınan yerde büyür.
Bu nefretin nedenini anlamak için hem sosyolojik hem psikolojik hem de tarihsel katmanlara bakmak gerekiyor. Avrupa’da yaşayan gurbetçilere karşı Türkiye’de yükselen bu tür nefret söyleminin başlıca nedenleri şunlardır:
Sınıfsal Kıskançlık ve Dışlama
Gurbetçiler, özellikle yaz aylarında Türkiye’ye dönerken dövizle gelen, “lüks” arabalar kullanan, yoğun alışveriş yapan, restoran ve otellerde harcama yapan bir profil olarak algılanıyor. Bu durum, Türkiye’de geçim sıkıntısı yaşayan bazı kesimlerde “sınıfsal öfke” ve kıskançlık yaratıyor. Ancak bu öfke yukarıya [zengin sınıfa] değil, “bizden olan ama artık bizdenmiş gibi yaşamayan” gurbetçilere yöneliyor. Bu klasik bir dışlama refleksidir: Zenginleşen tanıdık, düşman haline gelir.
Kültürel Yabancılaşma
Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler, yıllar içinde hem yaşam tarzı hem düşünsel dünya hem de alışkanlıklar bakımından farklılaştı. Türkiye’deki bazı kesimler, bu farklılığı “bizim gibi olmayan”, hatta “Batı özentisi” olarak görüyor. Gurbetçilerin Almanca kelimeler kullanması, farklı giyinmesi, farklı politik tercihlere sahip olması, bu yabancılaşma duygusunu pekiştiriyor. Bu da “içerideki yabancı” algısını doğuruyor.
Medyanın Rolü ve Stereotipleştirme
Gurbetçiler medyada çoğu zaman ya “lüks harcama yapan turist” ya da “trafik kurallarına uymayan maganda” olarak temsil ediliyor. Bu tür haberler, bireysel hataları kolektif bir kimliğe mal ederek tüm gurbetçileri hedef haline getiriyor. Bu temsil biçimi ön yargıları güçlendiriyor ve öfkeyi meşrulaştırıyor.
Politik Kutuplaşma
Gurbetçilerin önemli bir kısmı Türkiye siyasetinde aktif olarak yer alıyor ve seçim dönemlerinde yurtdışından oy kullanıyor. Bu oylar çoğu zaman Türkiye’deki muhalefet tarafından “rejimi destekleyen blok” olarak kodlanıyor. Bu nedenle bazı çevrelerde “ülkede yaşamıyor ama kaderimize oy veriyorlar” şeklinde bir tepki gelişiyor. Yani gurbetçiler, yalnızca sınıfsal değil, politik bir hedef haline de geliyor.
Dijital Karanlık: Yorum Bölümlerinin Linç Alanına Dönüşmesi
İnternet ortamında anonimlik, nefret söylemini teşvik ediyor. İnsanlar gerçek hayatta söyleyemeyeceği cümleleri dijital ortamda yazıyor, hatta bu tarz yorumlar arasında bir “linç kültürü dayanışması” oluşuyor. Gurbetçilere karşı nefret, bu karanlık alanlarda hızlıca örgütleniyor ve normalleşiyor.
Yansıtma Mekanizması: Kendi Umutsuzluğunu Başkasına Yükleme
Toplumda artan yoksulluk, umutsuzluk ve çaresizlik, baş edilemeyen bir stres yaratıyor. Bu stresin doğrudan sorumlusu bulunamayınca insanlar, gözlerinin önündeki farklı ve görünür figürleri – yani gurbetçileri – hedef haline getiriyor. Bu klasik bir psikolojik yansıtma [projeksiyon] mekanizmasıdır.
“Bizim memleketimizi kirletmeye geldiler” duygusu
Bazı insanlar gurbetçileri, sadece yazın gelen geçici bir kalabalık olarak değil, “yerel düzeni bozan, fiyatları artıran, kural tanımayan” bir grup olarak görüyor. Bu da milliyetçi ya da muhafazakâr refleksleri tetikliyor: “Burası bizim, siz geldiniz her şey bozuldu” düşüncesi, “misafir değil istilacı” algısına dönüşüyor.
SONUÇ:
Bu nefret, yalnızca gurbetçilere karşı değil. Bu, aynı zamanda farklı olana karşı, dışarıda kalana karşı, hatırlatıcı olana karşı duyulan derin bir rahatsızlık. Gurbetçiler, bir anlamda Türkiye toplumunun geçmişini, kayıplarını ve yetersizliklerini hatırlatan bir ayna haline geliyor. Bu ayna kimi için umut, kimi için de öfke oluyor.| ©DerVirgül
Bu gönderiyi Instagram’da gör