Kadın kıyafetlerinde neden cep yok? | Cebin tarihi

Clare Thorp | BBC Culture

Sosyal medya trendleri çoğu zaman anlaşılması güç olabiliyor. İlk bakışta, kadınların TikTok’ta ellerine sığabildiği kadar çok eşya tutmaya çalıştıkları videolar da diğer viral akımlar kadar anlamsız görünebilir.

Ancak “pençe tutuşu” adı verilen bu hareket sanıldığı kadar rastgele değil; kadınların kıyafetlerinde neden daha fazla cep olmadığını yeniden gündeme getiren bir başka vesile.

Bu konu adeta başlı başına bir internet esprisine dönüşmüş durumda. Bir kadın diğerinin elbisesini övüyor, ardından heyecanla verilen cevap geliyor: “Aaaa cebi var!”

En mükemmel kot pantolonu, ideal beyaz tişörtü ya da kusursuz küçük siyah elbiseyi aramayı unutun; kalpleri hızlandıran şey, basit bir kumaş karesi olabiliyor.

Ancak bu eğlenceli coşkunun ardında gerçek bir öfke yatıyor: Küçük ya da az sayıda cepler, uzun yıllardır moda dünyasındaki cinsiyet farkının sembollerinden biri.

Cep eşitsizliği yeni değil, yüzyıllardır süregelen bir sıkıntı. Ama son yıllarda bu mesele giderek daha çok öne çıkıyor. #WeWantPockets (#Cepİstiyoruz) etiketi sosyal medyada hızla yayılmıştı.

Telefonlar büyüdükçe kadınlar ceplerinin de ne kadar yetersiz olduğunu fark etti.

İngiltere’de 2020’de yapılan bir internet anketine göre, kadınların 10’da 4’ü üzerinde cep olmadığını görünce bir kıyafeti satın almaktan vazgeçtiğini söyledi.

Üstelik cep varsa bile genellikle erkek kıyafetlerindekinden daha kısa ve dar oluyor. En sinir bozucu haliyle ise tamamen sahte, sadece görüntüden ibaret olanlar.

Bu yılın başında sekiz yaşında bir kız çocuğu, İngiltere’deki Sainsbury’s süpermarketine yazdığı mektupta kız çocuklarının okul pantolonlarında sahte cep varken erkek çocuk pantolonlarında gerçek cep olmasına isyan etti:

“Kızların da eşya taşımaya ihtiyacı var!”

Mağaza temsilcisi bu konuyu araştıracaklarını söyledi.

Londra Sanat Üniversitesi Kültürel ve Tarihsel Çalışmalar program direktörü Caroline Stevenson, “Cep, erkek ve kadın giyiminin sembolik ve çok tartışmalı bir parçası haline geldi” diyor.

2025-26 sonbahar/kış defilelerinde, moda dünyasının bu konuya dikkat kesildiğine dair işaretler vardı.

Birçok model ellerini derin ceplerine sokmuş halde podyumda yürüdü; kolları boşta sallanan modellere kıyasla çok daha özgüvenli görünüyorlardı.

Simone Rocha’da oyuncu Fiona Shaw, ellerini siyah saten bir yumurta elbisenin ceplerine sokmuştu. Prada ve Louis Vuitton’da da bolca cep vardı. Bunun kalıcı bir değişim mi yoksa geçici bir moda döngüsü mü olduğu ve kadınların gündelik hayatında giydiği kıyafetlere yansıyıp yansımayacağı şimdilik belirsiz.

Cebin tarihi
Kadınlar için cepler uzun süre ikinci planda kaldı.

Londra Sanat Üniversitesi’nden Stevenson bu durumu şöyle anlatıyor:

“16. ve 17. yüzyıllarda kadınların bir tür cebi vardı. Bunlara ‘bağlama cep’ denirdi. Bedene bağlanır, eteklerin altına yerleştirilir ve kenardaki yarıklardan ulaşılıp içine eşya konulurdu.”

Bu bağlama cepler genellikle süslü olurdu ve anahtar, para, mendil, dikiş seti gibi eşyaların yanı sıra saat, tütün kutusu ve koku şişesi gibi değerli eşyalar da taşınırdı.

“Bunlar kadınlara bir tür özerklik duygusu kazandırıyordu” diyor Stevenson.

“Ama 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında, Regency tarzı ile birlikte siluetler çok daha vücuda oturan hale gelince cepler ortadan kayboldu.”

Ceplerin kaybolmasıyla birlikte bu özerklik de yok oldu.

Stevenson, “Eğer bir kadın değerli eşyalarını kamusal alana yanına alamıyorsa, bu onu çok daha savunmasız ve erkeklere ya da hizmetçilere bağımlı hale getiriyor” diye açıklıyor.

Para, anahtar ve notlar gibi ceplere konacak şeyler kadınların ilgilenmemesi gereken konuları simgeliyordu: Mülkiyet, güç ve mahremiyet.

Stevenson kadınların küçük çantalar taşımasını ise onları daha da savunmasız kıldığını söylüyor; çünkü ellerini kullanamıyorlardı.

Cep eksikliği, kadınlar için elbette o dönemde de can sıkıcıydı ama bu konu ancak 20. yüzyılın başlarında politik bir mesele haline geldi.

“Süfrajetler (Kadınların siyasal haklarını elde etmeye odaklanan eylemlilik süreci ve örgütler Süfraj Hareketi olarak bilinir) yalnızca kadınlara oy hakkı değil, cep de istiyordu” diyor Stevenson.

O dönemin hiciv karikatürleri, süfrajetleri erkekler gibi ellerini büyük ceplere sokmuş halde resmediyordu.

Yazar Elizabeth Evitts Dickinson ise cepleri kadın özgürlüğünün simgesi haline getirmeye kararlı bir modacının, ABD’li moda tasarımcısı Claire McCardell’in biyografisini kaleme aldı.

Dickinson, “Bir cebin, kadının bağımsızlık ve özgürlük arzusuna karşı tepki göstermenin sembolik yollarından biri haline gelmesi ilginç” diyor.

“Claire McCardell: Kadınları Özgürleştiren Tasarımcı” adlı kitabında Dickinson, McCardell’in kadınların sadece bedenlerine değil, hayatlarına da uygun kıyafetler tasarlayarak modern Amerikan stilini nasıl öncülük ettiğini anlatıyor.

“McCardell, kıyafetlerin güzel, pratik ve rahat olması gerektiğine inanıyordu. Ceplerin yalnızca bir eşya saklama yeri olmadığını da anladı” diyor Dickinson.

“Kıyafetlerin psikolojisini anlamıştı. Bazen ellerinizi bir yere koymanız gerekir. Bir elinizi cebinize koyup geriye yaslandığınızda kontrolü elinde tutan, doğal bir havanız olur. Cep, görsel bir güç ifadesidir.”

McCardell, kadınlara cep koyan ilk tasarımcı değildi; Coco Chanel bunu zaten yapıyordu, ama yalnızca Chanel’i karşılayabilenler için.

Onun kıyafetleri Audrey Hepburn, Marilyn Monroe ve Jackie Kennedy gibi yıldızlar tarafından taşınıyordu.

McCardell ise farklı bir kitleye hitap ediyordu.

“Onun en önemli yanı, yüksek tasarımı seri üretimle buluşturan ilk isimlerden biri olmasıydı.”

Dickinson’a göre McCardell, kıyafetleri kadınların fikirlerinin, kimliklerinin ve arzularının fiziksel yansıması olarak görüyordu.

“Cep, onun kurduğu bütünsel sistemin bir parçasıydı. Çünkü kendisi de öyleydi. 40’larına kadar bekâr, kariyer kadınıydı ve aşırı zengin de değildi.”

McCardell ceplere karşı öne sürülen gerekçeleri umursamıyordu. Mesela “silueti ya da kıyafetlerin formunu bozar” iddiasını.

Çünkü kıyafet yapısını çok iyi biliyor ve cepleri kıyafetin doğallığını bozmayacak şekilde yerleştiriyordu. Onun tasarımları sade ve zarifti, ama aynı zamanda teknolojik açıdan ileri düzeydeydi.

Hareket özgürlüğü
McCardell’in yanında, ceplere tutkuyla bağlı Harper’s Bazaar editörü Diana Vreeland da vardı. Vreeland bir defasında derginin tüm bir sayısını ceplere ayırmayı bile önermişti. Ancak reklam gelirlerinin önemli kısmı çantalardan geldiği için bu fikir geri çevrildi.

Stevenson, “Moda endüstrisi kadınların çanta kullanmasını teşvik ediyor çünkü bu daha fazla gelir sağlıyor” diyor.

Vreeland, McCardell’den İkinci Dünya Savaşı sırasında kadınlar için bir elbise tasarlamasını istediğinde ortaya çıkan “pop-over” adlı ikonik sarmalı elbise, tabii ki büyük bir cep içeriyordu.

Ama savaş bitince işler değişti.

Christian Dior’un “New Look”u dar korseler, geniş etekler ve geleneksel kadınlık anlayışını öne çıkaran bir formu yüceltti. Pratiklik yerine hayal dünyası tercih edildi.

Dior 1954’te şöyle demişti:

“Erkeklerin cepleri içine şeyler koymak içindir, kadınların cepleri ise süs içindir.”

İronik bir şekilde, Dior’un 2025-26 sonbahar/kış koleksiyonu – markanın ilk kadın kreatif direktörü Maria Grazia Chiuri’nin son defilesi – ceplerle doluydu.

Chiuri, kıyafetlerin hem işlevsel rolünü hem de modern arzulara yanıt verme biçimini vurguladığını söyledi. Ancak Chiuri’nin yerini Jonathan Anderson aldı.

Chanel, Versace, Celine ve Alexander McQueen gibi birçok büyük markanın başında da erkekler var. Ceplerin gerçekten öncelik olmaya devam edip etmeyeceği belirsiz.

Dickinson, “Kadınların tasarımcı olarak ön planda olmadığı bir döneme girdik. Bu da kadın bakış açısının geri çekilmesi demek. Moda tekrar, kıyafetin içinde nesneleştirilen kadınla ilgili oluyor; hayatına uygun, özgürce hareket edebilen kadınla değil” diyor.

Stevenson da aynı fikirde:

“Moda endüstrisi kadınların bağımsızlığını ya da özerkliğini önceliklendirmiyor. Esas olan idealize edilmiş kadın silueti.”

Ama lüks moda kriz yaşarken ve kârlar düşerken belki de artık kadınlara neye ihtiyaçları olduğunu söylemeyi bırakıp onları dinleme zamanı gelmiştir.

Uygun fiyatlı ve hızlı modada ise erkek kıyafetlerinde cepler standart olmasına rağmen üreticiler maliyetleri düşük tutmak için ekstra kumaş ve karmaşık detaylardan kaçınıyor.

Tüm bunların sonucunda bazı kadınlar işe el koydu.

Julie Sygiel, sektörde değişim göremeyince 2021’de “The Pockets Project” adlı markasını kurdu.

“Asıl sorunum, cep koyulabilecek birçok tasarımda ya hiç cep olmaması ya da çok küçük cepler olması. Ben de istediğim kıyafetleri kendim üretmeye karar verdim” diyor.

Sygiel, ceplerin eksikliğini fark ettikten sonra bunun günlük hayatındaki etkilerini görmezden gelemediğini söylüyor.

“Örneğin iş ortamında, bir kadın çantasıyla odaya girerse adeta oranın misafiri gibidir. Ama bir erkek tüm eşyalarını cebine koyup girer, çok daha rahat ve hâkim görünür. Çantaları severim ama bazı durumlarda çantasız olmak daha güçlü hissettiriyor.”

Markası büyük ilgi gördü, birçok ürün hızla tükendi ve yeni renkler, tasarımlar eklendi. Pek çok kadın yaşadığı cep sıkıntılarını onunla paylaştı.

“Bir kadın bana düğününde giydiği tuluma cep ekletmek istediğini ama terzinin ‘uygun olmaz’ diyerek reddettiğini yazdı. Bu bana çok tuhaf geldi.”

Sygiel değişimin mümkün olduğuna inanıyor:

“Bir süredir sahte cep gördüğümü hatırlamıyorum, bence ilerleme kaydediyoruz.”

Dickinson ise daha temkinli.

Claire McCardell’in bugün modanın hâlâ şıklık ve işlevselliği birleştirememiş olmasına hayret edeceğini düşünüyor:

“McCardell, kadınların bakış açısının ön planda olacağı bir endüstri kurduğunu sanıyordu. Bugün büyük markaların başında bu kadar az kadın tasarımcı olmasını görse şaşırırdı.”

Cep eşitliği için mücadele hâlâ sürüyor. Dickinson son bir soruyla özetliyor:

“Kadınlar için giyinmek neden hâlâ bu kadar zor? Cep neden hâlâ ihtiyaç değil de lüks sayılıyor?”

Yayınlama: 15.09.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.