Schiwago Dans Kulübü | Mülteci bir Aşk Serüveni [Birinci Bölüm]
![Schiwago Dans Kulübü | Mülteci bir Aşk Serüveni [Birinci Bölüm]](https://www.dervirgul.com/wp-content/uploads/2025/08/image-v2-558a505130d031c5ca9c26e4394b33b6-detail.webp)
| Ramazan Yaylalı
Yıl 1990lar Avusturya’nın Graz şehrinin güneyinde, taşra ruhunu taşıyan Schiwago Dans Kulübü, kendine özgü bir eğlence mekanıydı. Orta yaş ve üzeri, genellikle alt sınıftan Avusturyalıların uğrak yeri olan bu kulüp, henüz mülteci Anadolu genç göçmenler tarafından keşfedilmemişti. Hafta sonları dolup taşan bu mekânda, müdavimlerin çoğu birbirini tanır, samimi bir atmosfer yaratırdı. Genç “Anadolu prensleri” için Schiwago, hem eğlencenin hem de romantizmin merkeziydi. Burası, onların “erotik sermayelerini” sergileyebilecekleri bir “aşk pazarı” sunuyordu. Kulübü keşfeden bu mülteci anadolu gençleri, haftanın neredeyse üç gecesini burada geçirmeye başlamıştı.
Halaydan Salsaya: Yeni Bir Dans Dili
Hayatları boyunca yalnızca halay çekmiş olan bu gençler, Schiwago’da salsa, vals ve diğer Latin ile Avrupa danslarıyla tanıştı. Doğuştan gelen kıvraklıkları ve adaptasyon yetenekleri sayesinde bu dansları hızla öğrendiler. Dahası, Latin danslarıyla halayı harmanlayarak ortaya özgün bir dans türü çıkardılar. Zamanla kulübün vazgeçilmez figürleri haline gelen bu gençler, başlangıçta çekingen yaklaştıkları “potansiyel prenseslerle” önce dostluk, ardından romantik ilişkiler kurmayı başardılar. Geceler, dansla başlayıp sabahlara uzanan duygusal sohbetlerle taçlanıyordu. Ancak Schiwago’nun aşk pazarında dikkat çekmek için gençlerin kendilerine özen göstermesi gerekiyordu. Anadolu prensleri, hafta sonlarına günler öncesinden hazırlanır, sporla formda kalırdı. Kıyafetleri, maddi imkânsızlıklar nedeniyle modaya pek uygun olmasa da “metroseksüel” yerine “taşraseksüel” bir tarzı yansıtıyordu. Bu farklı stil, Schiwago’nun yerli müdavimleri için alışılmadık, ama bir o kadar da dikkat çekiciydi.
Prenseslerin İkinci Baharı
Prensesler için bu gençlerle flört etmek, adeta bir yeniden doğuştu. Yıllar sonra içten ya da rol icabı yapılan övgü dolu sohbetler, paslanmış yüreklerine hayat üflüyordu. Ahmet Kaya’nın dizelerindeki gibi, “Yalan da olsa mutluyum, bu bana yetiyor” havasındaydılar. Bu geçici rüya bile olsa, endorfin, serotonin ve dopamin dalgalarıyla dolup taşıyorlardı. Ortadoğu’dan gelen bu gençlerin kavruk teni ve büyüleyici enerjisi, adeta bir antidepresan etkisi yaratmıştı. Aşk, karamsarlıkları silip süpürmüş, onlara yeni bir yaşama sevinci aşılamıştı. Hafta sonlarını iple çeker, bu delikanlılarla geçirecekleri anları sabırsızlıkla beklerlerdi. Schiwago geceleri, Eros’un oklarıyla dolup taşmış, her kalp bu oklardan nasibini almıştı.
İhtiyar Aslanlarla Genç Aslanların Savaşı
Eros ’un okları kalplere saplanırken, Schiwago’nun altmış yaş üzeri “yerli ve milli horozları” bu yeni rüzgârdan rahatsızdı. İhtiyar aslanlar, genç aslanlar tarafından yavaşça kenara itilirken, çareyi göçmen karşıtlığı tohumları ekmekte buluyordu. Daha önce göçmenlere ılımlı yaklaşan bu yaşlı müdavimler, aşk pazarının değişen dinamikleriyle birlikte ırkçı söylemlere kaymaya başlamıştı. Schiwago, adeta bir kurtlar sofrasına dönmüştü. Bu rekabet, prenseslerin egolarını okşuyor, onları mutluluktan uçuruyordu. Ancak bu olumsuz hava, Anadolu prenslerini yolundan alıkoyamadı. Dağları, yolları, belki denizleri aşarak buraya gelen bu gençler, kabul görme ve yer edinme savaşından vazgeçmeyecekti.
“Süresiz Aşk” mı, “Süresiz Vatandaşlık” mı?
Prensesler, bu rüyanın bir gün sona ermesinden korkuyordu. Yaş ve kültür farkı, “Dışarıda bunca genç ve güzel kadın varken, neden biz?” sorusunu akıllarına getiriyordu. Orhan Gencebay’ın “Ya evde yoksan!” tedirginliği, Schiwago’da “Ya burada yoksan!” endişesine dönüşmüştü. Hiç kimse, “Schiwago’nun rengine kandım, bir Anadolu prensine aldandım, boşuna yandım” diye haykırmak istemiyordu.Prensler ise “süresiz aşk” [unbefristet Liebe] karşılığında “süresiz vatandaşlık” (unbefristet Niederlassung) hayal ediyordu. İlişkiler, her iki tarafın da sahip olduğu sermayenin etik bir şekilde takas edilmesiyle “kazan-kazan” dengesinde ilerleyebilirdi. Prenseslerin simgesel sermayesi (Avusturya vatandaşlığı) ile prenslerin erotik sermayesi arasında adil bir değiş tokuş gerekiyordu. Bu süreçte, nikâh masasında atılacak bir imza, romantik hikâyenin sonunu ya da yeni bir başlangıcı belirleyebilirdi.| DerVirgül
Devam edecek…