2026’da bir toparlanma umabilir miyiz?
Avrupa’da azalan bir önemle ve refah kaybıyla yaşamaya razı mı olmalıyız? Ne yazık ki tablo şu an pek iç açıcı değil. Aslında yıl sonuna yakışır şekilde burada biraz dinginleştirici ve umut verici bir şeyler yazılması gerekirdi: Ekonomi yeniden – çok yavaş da olsa – canlanıyor, işgücü piyasası hâlâ şaşırtıcı biçimde dayanıklı. Yani tüm küresel krizlere rağmen işler – dediğimiz gibi çok yavaş ama yine de – yukarı doğru gidiyor. Önümüzdeki yıl en azından biraz daha müreffeh bir Avrupa’ya sevinsek. Buna benzer bir şey.
Die Presse gazetesinden Josef Urschitz’in haberine göre, Ama sonra gelen haberlere göz takılıyor. Örneğin şu habere: Alman medyasının yazdığına göre Stuttgart kenti iflas etmiş durumda. Tamam, “iflas” belki biraz abartı, ama önümüzdeki yıllarda milyarlarca Euro borçlanmak zorunda kalacak. Bu tuhaf geliyor, çünkü Almanya’nın en zengin kenti bugüne kadar her zaman fazla vermişti. Bunun nedeni de oradaki örnek gösterilen şirketlerden gelen bol ticaret vergileriydi: Mercedes, Porsche, Bosch gibi.
Ancak bu ticaret vergileri, birden fazla lokasyonu olan şirketlerde ilgili yerde çalışanların ücretlerine güçlü biçimde bağlı olarak hesaplandığından, gözde şirketler üretimi, Ar-Ge’yi ve dolayısıyla istihdamı giderek Macaristan’dan Polonya’ya, Çin’e kadar dünyanın dört bir yanına kaydırdıkça kurumaya başlıyor. Çünkü şirketlerin ülkede faaliyet göstermesi giderek zorlaştırılıyor. Şimdi büyük bir feryat figan var. Oysa bunu kimse öngöremezdi: Şirketleri aşırı düzenlemelerle, felç edici bürokrasiyle ve caydırıcı vergilerle kaçırırsanız ticaret vergilerinin çökeceğini… Daha kısa süre önce Yeşiller tarafından yönetilen Baden-Württemberg’de bir Yeşil siyasetçi, bu şirketlerin gitmesinin hiç sorun olmadığını büyük bir özgüvenle ilan etmişti. Zaten eski, iklime zarar veren sanayileri istemiyorlardı; gelecek yeşil işlerdeydi. Eh, ama o işler bir türlü gelmek bilmiyor. Talihsizlik işte.
İflasın eşiğindeki kentler
Bu sadece Stuttgart’ta yaşanmıyor. Almanya’nın dört bir yanında belediyeler alarm düğmesine basıyor; çünkü çöken ticaret vergisi gelirleri nedeniyle görevlerini nasıl yerine getireceklerini bilemez hâle geldiler.
Avusturya’da henüz o noktada değiliz: Almanya’daki benzerine kıyasla ücret toplamlarına daha güçlü biçimde dayanan belediye vergisinden gelen gelirler hâlâ nispeten güçlü. Ama burada da bir iflas dalgası kabarıyor ve personel azaltma açıklamaları giderek içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Belki de bu yüzden belediye temsilcileri son zamanlarda, toplamda zaten enflasyonun üzerinde artan emlak vergisinin yükseltilmesi için bu kadar ısrarcı olmaya başladı. Belediye vergisi – Almanya’da olduğu gibi – en önemli yerel vergi, emlak vergisi ise burada da orada da ikinci sırada. Alman gelişmelerinin alışıldığı üzere iki-üç yıl gecikmeyle Avusturya’ya sıçradığını varsayarsak, vay hâlimize!
Ama, diyor ekonomi araştırmacıları, ihracat önümüzdeki yıl yeniden artacak. Bu, beklenen konjonktür ivmesini getirebilir. En azından küçük bir ivme. Noel öncesi yumuşak havada insan buna inanmak istiyor. Aynı anda ise AB, hâlâ gerileyen Avrupa ile ticareti ciddi biçimde genişletmek isteyen son ekonomik bölgeyi de küstürmek ve Çin’in kollarına itmek üzere: Mercosur Anlaşması, Güney Amerika’daki önemli ülkelerin AB ile imzalamak istediği bu anlaşma, son metrelerde tökezleme riskiyle karşı karşıya.
Ve ironik biçimde, AB içinde en yüksek ihracat oranlarından birine (mal ve hizmetler) sahip ülkelerden biri olan Avusturya, haberlere göre bu süreci torpillemede en önde yer alıyor. Birkaç çiftçi temsilcisi, bulvar medyasının bazı kesimlerinin de güçlü desteğiyle koskoca bir sanayi ülkesini rehin almış durumda. Kim serbest ticarete ve sanayiye ihtiyaç duyar ki; biz kırsal biyo-romantizmin içinde keyifle debelenebiliyorken? Rahat bir refah içinde. En azından bir süre daha. Sonuçta hâlâ kredi notumuz var.
Kredi demişken: En son konjonktür tahminine göre Avusturya’nın gayrisafi yurt içi hasılası bu yıl nominal olarak yaklaşık yüzde 3,5 büyüdü (yüzde 3’lük bir deflatörle reel olarak yüzde 0,5). Genel devlet açığı GSYH’nin yüzde 4,4 ile 4,9’u arasında olacak. Bunun tam olarak ne olduğu henüz bilinmiyor; çünkü yerel – affınıza sığınarak – federal mali keşmekeşte yıl sonuna iki hafta kala bile eyaletler ve belediyelerin bu yıl gerçekte ne kadar zarar ettiği hâlâ net değil. Maliye Bakanı bunu ancak baharda öğrenecek.
Tercümesi şu: Devlet, ekonomik performansı 17,5 milyar Euro artırabilmek için 22 ila 24,5 milyar Euro tutarında yeni borç almak zorunda kaldı. Bu pek sürdürülebilir bir konjonktür gibi görünmüyor. Sistemde bir yerlerde bir kurtçuk ya da bütçe fıçısında kocaman bir delik var.
Brüksel’de liderlik zaafı
Yılın sonunda tablo böyle. Belki hükümet tatillerde biraz durup düşünür ve gerçek bir reform programı bulur. “Vergileri artır” anlayışına yaslanmayan, “maliyetleri düşür” mottosunu benimseyen bir program. Umut etmek serbest, her ne kadar bu umut çok küçük olsa da.
Zaten dışarıdan da bir itki gelmeyecek: Almanya, büyük ölçüde kendi yarattığı konjonktürel sorunlarda çok daha beceriksizce debeleniyor; AB ise Green Deal ve Mercosur gibi konulardaki zigzaglı tutumuyla neredeyse destansı bir aşırı yüklenmişlik sergiledi. Handelsblatt bu hafta Mercosur karmaşası için “Güney Amerika Avrupa’ya sadece başını sallıyor” diye yazdı. Ve ekledi: “Brüksel açık bir liderlik zafiyeti gösteriyor.” Buna katılmamak zor. Avrupa, o büyük birleşme fikrini mezara gömmek istemiyorsa, Komisyon için daha iyi bir kadro seçimi ve Avrupa Parlamentosu adaylarının daha ciddi biçimde belirlenmesi üzerine düşünmek zorunda. Kendine saygısı olan herhangi bir şirket, böyle bir performans karşısında yönetim kurulunu çoktan kapının önüne koymuştu.
Ama şimdi bir duralım. Belki 2026 gerçekten her şeyi daha iyi yapar. Aksi hâlde, dünyada daha mütevazı bir role ve hızlanan bir refah kaybına kalıcı olarak alışmamız gerekecek.| ©DerVirgül
