Almanya ile Türkiye Kıyaslamasının Ölümcül Diyalektiği

Almanya ile Türkiye Kıyaslamasının Ölümcül Diyalektiği

| Adem Hüyük 

Türkiye popülist siyasetinin bir sonucu olarak, Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Avusturya gibi Avrupa Birliği’nin güçlü ekonomilerine sahip ülkelerle Türkiye arasında sürdürülen kıyaslama saçmalığı, ciddi bir biçimde geniş kitleler tarafından kabul görmüş ve bu ülkelerle karşılaştırmanın mantıklı olabileceği inancı doğmuştur. Ancak kıyaslamaya herhangi bir sınır çizilmeden, neredeyse imkânsız genellemeler üzerinden yapılan bu değerlendirmeler, sağlıklı bir düşünce yerine ideolojik bir illüzyon üretmektedir. Bu koşullar altında “Almanya Türkiye’yi kıskanıyor” gibi bir söylem kolayca kendine yer bulabilmekte ve insanların mantıklı düşünme yetisini törpülemektedir.

Son yıllarda siyasi iktidarın sıkça dile getirdiği ve toplumun belirli kesimlerinde karşılık bulan bu söylem, ilk bakışta ulusal gururu okşayan bir propaganda gibi görünse de derinlemesine incelendiğinde entelektüel tembelliğe, özeleştiri yoksunluğuna ve içi boş bir özgüvene yol açtığı açıktır.

Bu iddia, halkın kendi yoksulluğu ve yoksunlukları karşısında direnç geliştirmesini değil, “bizi kıskanıyorlar” gibi irrasyonel gerekçelere sığınmasını kolaylaştırmaktadır. “Almanya Türkiye’yi kıskanıyor” söylemi, gerçekte kendini güçlü hissetme ihtiyacının bilgiyle değil retorikle tatmin edilmesidir.
Oysa gelişmenin yolu, özeleştiriden, sorgulamadan ve gerçeklerle yüzleşme cesaretinden geçer. Cehaletin sloganlara sığındığı yerde halk gerçeği göremez, sadece alkışlar.

Türkiye’de “devleti kutsal, halkı suçlu” gören yönetim anlayışı, her olumsuzluğu kaderle açıklayan; arabesk bir yaşam tarzını ve edilgenliği içselleştirmiş geniş bir kitle yaratmıştır. Bu kitle, zamanla sorgulama yetisini yitirerek, kendisine sunulan her söylemi koşulsuzca kabullenir hâle gelmiştir.

Türkiye’nin siyasal geleneğinde devlet, halktan üstün, ayrıcalıklı ve eleştirilemez bir konumda yer alır. Bu anlayış, cumhuriyetin erken dönemlerinde “Devleti yaşat ki millet yaşasın” düsturuyla şekillenmiş, zamanla halkın yaşadığı sorunların kaynağı olarak yine halkı gösteren bir zihniyeti beslemiştir.

Yönetimlerin başarısızlıkları ise genellikle “dış güçler”, “hainler” ya da “nankör halk” gibi söylemlerle meşrulaştırılmıştır.

Toplum, eğitim, medya ve dinî referanslarla pekiştirilen kaderci bir kültür içinde yoğrulmuş; insanlar kendi yaşadığı yoksunlukları sorgulamak yerine “böyle gelmiş, böyle gider” diyerek boyun eğmeyi öğrenmiştir.

Acıyı yücelten, teslimiyeti erdem sayan bu arabesk ruh hâli, zamanla siyasetin arzuladığı “sorgulamayan seçmen” profilini üretmiş, artık çelişkilerle dolu her siyasi mesaj dahi kolayca kabullenilir hâle gelmiştir.

Almanya, Avusturya ve benzeri ülkelerde yaşayan Türkiye kökenlilerin iki ülke arasında sürekli kıyas yaparak kendini tanımlama çabası da bu zihinsel kalıpların bir yansımasıdır. Bu kıyaslama çoğunlukla dürüst bir zeminde değil, bireylerin Türkiye merkezli siyasal görüşlerinin yansıması olarak şekillenmektedir.

Almanya’nın aydınlanma, reform hareketleri, Protestan ahlakı ve Sanayi Devrimi ile gelişen modernleşme süreci göz ardı edilerek yapılan bu kıyaslamalar, tarihsel arka plandan kopuk, yüzeysel ve indirgemecidir.
En temel sorunlardan biri, kalkınma ile gelişme arasındaki farkın anlaşılmamasıdır. Türkiye’nin beton ekonomisi ile Almanya’nın bilgi ekonomisini eşitlemeye kalkmak, ciddi bir bilinçsizlik örneğidir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus da Almanya ile Türkiye’nin kıyaslanmasını eleştirmenin, Alman halkını üstün görmek anlamına gelmediğidir. Hiçbir ulus, doğası gereği başka bir ulustan üstün değildir. Her toplumun kendine özgü değerleri, tarihsel birikimi ve gelişme koşulları vardır

Kıyaslama, bir düşünme aracı olarak değil; karar verme, dönüşüm sağlama ve kendi durumumuzu anlama aracı olarak kullanılabildiği sürece anlamlıdır.

Bu sayede, diyalektiği ölümcül olmaktan çıkarıp üretici bir hâle getirmek mümkündür.

Bir kıyaslamanın anlamlı olabilmesi için, neyin kıyaslandığının açıkça tanımlanması gerekir.

Eğer iklim ve sahil bölgeleri üzerine bir karşılaştırma yapılacaksa, Almanya Türkiye’yi kıskanıyor olabilir.

Ancak sanayi, bilim, hukuk ya da eğitim gibi alanlarda yapılacak bir karşılaştırma, Türkiye’nin Almanya’yı kıskandığı gerçeğini ortaya koyar.

Bu nedenle, sınırsız ve içeriği belirsiz kıyaslamalar, yalnızca aşağılık kompleksinden beslenen ve toplumları içi boş bir gurura hapseden provokatif sloganlardan ibarettir.

Türk diasporasının bu söyleme katkısı var mı?

“Almanya Türkiye’yi kıskanıyor” söylemi, yalnızca Türkiye’deki iktidar bloğu tarafından değil, Avrupa’daki Türk diasporası içinde de yaygın biçimde yeniden üretilmektedir. Özellikle Almanya, Avusturya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin bir kısmı, Türkiye’yi bulundukları ülkelerle kıyaslayarak bir kimlik inşa etmekte; bu kimliğin içinde Almanya’nın Türkiye’yi kıskandığına dair söylemi de gönüllü biçimde sahiplenmektedir.

Göçmenler, iki ülke arasında sıkışmış bir kimlik içinde yaşarken, Türkiye’ye yönelik aşırı duygusal bir aidiyet geliştirirler. Bu aidiyet, zamanla rasyonel eleştiriden uzaklaşır ve Türkiye’yi her şart altında savunma refleksine dönüşür.
Kendini dışlanmış hisseden birey, Türkiye’nin “güçlü bir ülke” olduğunu düşünmekle kendi varlığını da yüceltmiş olur. Böylece kıskanılma söylemi, bireyin özgüven eksikliğini telafi eden bir duygusal araç hâline gelir.

Türkiye’deki siyasal iktidar, özellikle son 10-15 yılda yurt dışındaki Türklere yönelik yoğun bir propaganda çalışması yürütmüştür.
Devlet kurumları, camiler, dernekler ve konsolosluk kanalıyla oluşturulan bu söylem hattında, “Batı bize düşman, çünkü biz büyüyoruz” mesajı sıklıkla verilmiştir.
Bu propaganda, diasporayı Türkiye’deki iktidarın uzantısı hâline getirmiş, diasporik kamusal alanda da “bizi kıskanıyorlar” retoriğini güçlendirmiştir.

Göçmenler, yaşadıkları ülkelerde sıklıkla ayrımcılığa, dışlanmaya ve ötekileştirmeye maruz kalmaktadır.
Bu travmatik deneyim, bazı bireylerde, “Biz buradayız ama aslında Türkiye güçlü bir ülke ve siz bizim ülkemizi kıskanıyorsunuz” türü psikolojik savunma mekanizmalarına dönüşebilir.
Bu noktada söylem, bir tür gurur kalkanı işlevi görür: Hem Batı’yı suçlama hem de Türkiye’yi abartılı biçimde övme zemini sunar.

Avrupa’daki Türk diasporası içinde sosyal medyada oluşan kapalı dijital gruplar, söylemin yeniden üretiminde kilit rol oynar.
YouTube, WhatsApp grupları ve Facebook sayfalarında, Almanya’nın Türkiye’yi kıskandığına dair videolar, görseller ve manşetler dolaşıma sokulur.
Bu dijital içerikler, çoğu zaman yalan ya da çarpıtılmış bilgilerle örülüdür. Ancak duygusal tatmin sağladığı için geniş kitlelerce benimsenir.

Oysa diaspora, hem Türkiye’yi dışarıdan gözlemleyebilen hem de Batı sistemini yakından tanıyan önemli bir potansiyele sahiptir.
Bu potansiyelin retorik sloganlar yerine, eleştirel düşünce, yapıcı kıyas ve demokratik değerlere sahip çıkma yönünde kullanılması, hem Türkiye hem de diaspora toplumu için hayati önemdedir.
Ancak mevcut durumda, söylem toplumun içindeki boş özgüveni Avrupa’daki yalnızlık hissiyle birleştirerek, gerçeklerle bağını koparmış bir kibir havası yaratmaktadır.
Zira bu hava, ne Türkiye’yi büyütür ne Almanya’yı küçültür; sadece gerçeğin üzerini örter. | ©DerVirgül

Yayınlama: 30.07.2025
Düzenleme: 30.07.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.