Mülteci bir Aşk Serüveni; Devlet yatak odasında: [3.Bölüm]
![Mülteci bir Aşk Serüveni; Devlet yatak odasında: [3.Bölüm]](https://www.dervirgul.com/wp-content/uploads/2025/08/image-v2-558a505130d031c5ca9c26e4394b33b6-detail.webp)
| Ramazan Yaylalı
Önceki bölümde, çiftlerimizin nikâh öncesi ve sonrası hikâyelerini ve kasaba halkıyla ilişkilerinde karşılaştıkları psikolojik şiddeti ele almıştık. Bu son bölümde ise, çiftlerimizin kasaba halkından gördüğü “mobbing”in ötesinde, Avusturya devleti ile verdikleri mücadelelere odaklanmak istiyorum. Baskı bu kez devletin kurumlarından geliyordu; zira prenslerin ve kraliçelerin yaptığı resmî evliliklerin “gerçek” yani samimi duygulara dayalı olup olmadığı, yabancılar polisi tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Avusturya devletinin bu şüpheleri aslında tamamen yersiz değildi, çünkü bu kuşkuların dayandığı bazı somut vakalar bulunuyordu. Dilerseniz, konuyu 90’lı yıllardan başlayarak ele alıp meseleye biraz daha derinlemesine bakalım.
Parayı veren Mozart’ın düdüğünü çalıyor!
“Schein-Ehe” (sahte evlilik) fenomeni 90lı yıllarda bir sürü mültecinin ve göçmenin Avrupa’da bazı hukuksal statülere sahip olmak için kullandığı bir araçtı. Göçmenler bir şekilde, büyük meblağlar karşılığında Avusturya vatandaşlarıyla resmî nikah kıyarak eşit vatandaş statüsüne sahip oluyorlardı. Bu, her iki partner için de win-win bir alışverişti. Parayı veren prensler, Mozart’ın düdüğünü çalabiliyordu.
İş o kadar ilerlemişti ki “sahte -Evlilik” piyasası bile oluşmuştu. Tabi bu durumun Avusturya yabancılar polisinin gözünden kaçması mümkün değildi ve böyle evlilikler incelemeye alınıyordu. Kısacası, prenslerimiz için resmî anlamda evli olmak yabancılar polisi için yeterli bir koşul değildi. Çiftlerimizin bu evliliklerin sahte olmadıklarını, çok samimi duygularla evlendiklerini kanıtlamalarını istiyorlardı. Ve bu durum çiftlerimiz için çok zorlu bir test demekti.
Polis yatak odasında.
Resmî olarak evliliklerin ikinci ayına giren çiftlerimizi sabahın erken saatlerinde büyük bir sürpriz bekliyordu. Devlet polisiyle, jandarmasıyla evlerine şafak baskını yapıyordu. Polis bütün odalara girip çıkıyordu, çiftlerimiz ise büyük bir şok içinde olanları anlamaya çalışıyordu. Polis savcılıktan aldığı arama izni belgesiyle rahatça en mahrem alanlara, yani çiftlerimizin yatak odalarına kadar girip aramalar yapabiliyordu.
Bu aramalar sırasında, kraliçeler polise sert tepki gösteriyor, bunun mahrem alanlarına hukuksuz bir şekilde girmek olduğunu söyleyerek güvenlik güçlerini engellemeye çalışıyordu. Fakat yabancılar polisinden bir amir, kendilerinin savcılıktan arama izni aldıklarını tekrar ederek, hiç umursamadan aramalarına devam ediyordu.
Yarım saat aramadan sonra polis, çiftleri ayrı odalara götürerek, çapraz sorguya alıyordu. Sorguda sorulanlar genellikle ilişkileri hakkındaydı. Örneğin, nasıl tanıştıkları, ne zamandan beri beraber oldukları, hatta bazen, daha da ileri giderek, mahremlerine dair sorular da soruluyordu. Örneğin, haftada kaç kez cinsel ilişkiye girdikleri, hangi cinsel fantezileri arzu ettikleri gibi sorularla ayrı ayrı karşılaşıyordu çiftlerimiz. Verilen cevapları karşılaştırarak bu evliliğin sahte mi yoksa samimi duygular çerçevesinde mi geliştiğini öğrenmek istiyordu polis.
Tavanda çiğ köfte: polis artık ikna olmuştu!!!
Çiftlerimiz bütün sorulara düzgün ve doğru bir şekilde cevap vermelerine rağmen, polisler onların gerçekten samimi duygular içinde bir ilişkide olduklarına tam olarak ikna olamıyordu. Saatler geçtikçe kraliçe geriliyordu ve prensimiz de onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Prensimiz şaho bir an o kadar daraldı ki, hemen yan odada duran bağlamasını alıp polislere bakarak isyankar bir türkü ile adeta bütün öfkesini dile getiriyordu:
Gah çıkarım bara.
Seyrederim alemi.
Gah inerim piste.
Seyreder polis beni.
manitan ile hoş musun.
Hoş olayım olmayayım.
O schatzi benim kime ne.
Tabi polis bu bağlamalı itirazdan pek bir şey anlamamıştı ve kaldıkları yerden devam ediyorlardı aramalarına.
Tam o sırada aniden kraliçenin aklına zekice bir fikir geldi. Kraliçe polislerden bir tanesini mutfağa götürüp buzluktaki on kilo civarındaki kıymayı ve Urfa’ dan getirilmiş isot biberini gösterdi. Polis şaşkınlıkla kraliçeye bakıp, bunun ne anlama geldiğini sordu, kraliçe ise bu kadar kıymayı Almanların tek başlarına yeme kültürlerinin olmadığını belirterek, kıymayı sevgilisinin haftada iki kez çiğ köfte yapmak için kullandığını söyleyerek kendisinin ve sevgilisinin gerçek bir çift olduklarını; aynı evde beraber yaşadıklarını kanıtlamaya çalışıyordu.
O da yetmeyip, polisten tavana bakmasını rica etti kraliçe Elizabeth, polis yine şaşkınlıkla kraliçenin dediği gibi tavana baktı ve “ee??” der gibi bir ifadeyle kraliçeye döndü, kraliçe de polise dönüp; “bunlar çiğ köfte lekesi”, dedi. Polis yine kraliçenin ne demek istediğini tam anlamadı, kraliçe söze devam etti; “bunlar Ortadoğu kültürüne ait simgeler, Ortadoğulular çiğ köfte yoğurdukları zaman bir parçasını alıp tavana atarlar, eğer o çiğ köfte parçası tavana yapışırsa, bu artık çiğ köftenin yeme kıvamına geldiğini gösterir”, dedi. Polisin bugüne kadar hiç duymadığı bir şeydi bu, polisin şaşkınlığı halen devam ederken, cep telefonundan Türkiye’deki çiğ köfte partilerinden, tavana köfteyi atma gösterilerini göstererek yalan söylemediğini kanıtlamaya çalışıyordu. En sonunda polisler, bütün bu kanıtlardan sonra, gerçekten ikna olmuşlardı ve hızlıca evi terk edip, çiftimizi kendi hallerine bıraktılar.
Ve en nihayetinde o ödül geldi!
Gençlerimiz yoğun bir mücadelenin sonunda resmî olarak Avusturya vatandaşlığına hak kazanmıştı. Böylelikle Avusturya nüfusuna beş vatandaş daha eklenmişti. Bundan böyle, gençlerimiz rahatça, hiçbir bürokratik engele takılmadan, özgürce, Alp Dağları ovasında ceylanlar özgür gezebilirlerdi. Bunun için verilen mücadele harbiden filmlere konu olacak düzeydeydi ama hayat dediğin biraz da böyle bir şey değil mi? Coğrafyanın kader olduğu bu dünyada mücadelenin meşruiyetini de anlamak gerek. Bouerdieu’ nun “kapitaller arası geçiş” dediği şey tam da bu değil miydi zaten? Herkes bu hayatta yenilmemek adına sahip olduğu tüm sermayesini ortaya koyup savaşmıyor muydu? İşte gençlerimiz de hayat denilen bu yolda sahip oldukları tek sermaye olan “Erotik-Kapital” sayesinde hayatlarını ve geleceklerini garanti altına almaya çalıştılar.| ©DerVirgül