“O Aile Olmamalıyız”

“O Aile Olmamalıyız”

Gökhan Duman’ın ‘11. Peron’ Kitabı Üzerine Notlar ve Bugüne Dair Bir Yüzleşme
Der Virgül | Yorum

Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Sessiz, biraz ezik ama hep nazik…

Gökhan Duman’ın “11. Peron” kitabında bu aileyi hatırlatıyor bize. Ve bir anda, geçmişin o buruk hatıralarıyla göz göze geliyoruz: “Biz işte o aileydik […]”

O aile biz göçmenleriz.

Farklı kültürlerden gelen göçmen işçileri ve ailelerini aynı duyguda buluşturan şey, belki de geride kalanlara duyulan o derin özlemdi. Ya da gidenlerin içinde büyüttüğü uçsuz bucaksız umut… Dönmek umudu, kavuşmak umudu, “bir gün bitecek” umudu…

Gökhan Duman, göçmen işçilerin ancak uykularında özgür olduğunu söylüyor. Çünkü ancak yatağında, yani en mahrem ve dokunulmamış alanında istediği gibi davranabiliyor insan. Geri kalan her şey, başka biri tarafından şekillendirilmiş, kuralları başkalarınca yazılmış bir yaşam alanı.

John Berger’in şu cümlesi kitapta yer buluyor: “Göçmen işçi ancak yatağında özgürdür.” Ve bu cümle, göçmenliğin mekânla, bedenle, aidiyetle olan karmaşık ilişkisini tek bir solukta özetliyor.

Kitap boyunca yalnızca Türk işçiler değil, aynı yurt odasında altlı üstlü kalan, aynı madende kürek sallayan Yugoslav, İtalyan, Yunan işçilerin ortaklığı da anlatılıyor. Ancak Gökhan Duman, bu ortaklığın bazı duygusal eşitlikler taşısa da yoğunluk açısından aynı olmadığını vurguluyor.

Çünkü üç günlük tren yolculuğunun sonunda Almanya’ya ulaşan bir Türk işçiyle, yarım günde gelen bir İtalyan işçi aynı yalnızlığı, aynı yabancılığı yaşamıyordu.

Çünkü mektubun biri Belgrad’a üç günde ulaşıyor, diğeri Gaziantep’e iki haftada. Ve yazar haklı olarak şunu söylüyor: “İki hafta boyunca yol tepen bir mektubun gam yükü biraz daha fazladır.” Yol, insanı da mektubu da pişiriyor.

Kitapta yer alan bir başka hikâyede Hannover’deki Türk işçilerin, camiye dönüştürdükleri tren vagonunda her gün kıbleyi yeniden ayarladıklarını öğreniyoruz. Çünkü o vagon sabit değil; iş durumuna göre sürekli mevki değiştiriyor. Hareket hâlinde bir cami… Her seferinde yeniden yön bulmak zorunda olan bir inanç…

Ve işte o ilk kuşak göçmenlerin azmi, inadı, yoktan var edişi…

Ancak bugün, aradan geçen onca yıla rağmen, ikinci ve üçüncü kuşaklarda bu azmin pek de izine rastlayamıyoruz.

Özellikle Avusturya’daki genç kuşaklar, köklerine bağlı kalmakla, yaşadıkları topluma uyum sağlamak arasında derin bir uçurum yaratmış durumda. Ve bu uçurumu bir direniş biçimi gibi görüyorlar.

Uyumu “asimilasyon”la eşitleyen bir anlayış, içe kapanmayı tercih haline getirmiş durumda.

Oysa aynı dönemlerde, aynı fabrikalarda işe başlayan diğer etnik gruplarla karşılaştırıldığında, Türkiye’den gelen göçmenlerin bu uyuma mesafeli ve çoğu zaman inatçı duruşu dikkat çekiyor.

Ve burada kendimize şu soruyu sormak zorundayız:

Eksik kalmamız, eksik bırakılmamız sadece dışsal etkenlerle mi açıklanabilir? Yoksa biz de kendi içimize dönerek, kendi gölgemizde büyüttüğümüz bazı “uyumsuzluklarla” bu sürece katkıda bulunduk mu?

Elbette, burada Avusturya’da hiç ırkçılık yapılmıyor gibi bir sonuç çıkarılamaz. Ancak bizim uyumsuzluğumuzun da bu ırkçılığın zeminini beslediğini görmezden gelemeyiz.

Evet, biz o aileydik. Bayramlarda kısa süreliğine uğrayan, çayını içip kalkıp giden…

Ama artık o aile olmamalıyız.

Çünkü kök salmak, yalnızca geldiğiniz yere değil, bulunduğunuz yere de emek vermekle mümkün olur.

Yoksa o bayram ziyaretleri sonsuza dek kısa sürer.

Ve kapılar bir daha hiç çalınmaz.| ©DerVirgül

A+
A-
Adem Hüyük, Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Türk gazetecidir. Gazetecilik kariyerinde, Avusturya'daki Türk toplumu, göçmen politikaları ve Avrupa'daki Türk diasporası üzerine analizler kaleme almıştır. ****Deutsch: Adem Hüyük ist ein türkischer Journalist, der in Wien, Österreich lebt. In seiner journalistischen Laufbahn hat er Analysen über die türkische Gemeinschaft in Österreich, Migrationspolitik und die türkische Diaspora in Europa verfasst.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.