Arkeolojik bulgular, Kürtleri neden heyecanlandırıyor?
Tarihini merak eden insanların karşısına arkeolojik kazılarda her gün yeni bir şey çıkıyor.
Öte yandan egemenler tarafından tarihi kabul edilmeyen kadim milletler, bu kazılardan kendilerine ve coğrafyalarına dair bir bulgunun ortaya çıkmasıyla heyecanlanıyor.
Geçen günlerde Netflix’te yayımlanan “Neandertallerin Sırları” isimli belgesel birçok insanın ilgisini çekti.
Ancak 40 bin yıl öncesini ve Neandertallerin yok oluş sürecini anlatan söz konusu belgeselde, bugünkü Kürdistan Dağları ve Şanider Mağarası ifadeleri sosyal medyada da bir hayli tartışıldı.
Halen çeşitli yönleriyle gündem olmaya devam eden bu belgesel arkeologların ilgisini çekmeye devam ediyor.
Peki, bu kadın iskeleti ve bu arkeolojik bulgular bize anlatıyor?
Bulunan iskeletin kadın olması ve Kürt coğrafyasının konu edilmesinden ne anlamalıyız?
Bu sorulardan yola çıkarak bu konu hakkında çalışmaları olan araştırmacı-yazar Fatma İzol’e gündemi sorduk.
Fatma İzol, kısa bir süre önce yayımlanan “Tanrıçalıktan Tanrılığa Kürtler” isimli kitabının yazarı…
İzol, çalışmalarında kadın merkezli inançların ve kültürlerin peşine düşerek, bu çoğulcu inanç anlayışlarının “tek tanrılı inançlar”la nasıl dönüştürüldüklerini izini araştırıyor.
Kadın tarihinin günümüze semavi dinler ve erkeklerin bakış açısıyla ulaştığını kaydeden yazar, buna alternatif olarak yaşayan kültürlerin ve eski kültür kalıntılarının izleklerinden yeni bir kadın tarihinin de ortaya çıkacağını öne sürüyor.
Kendisi de kadim bir şehir olan Urfa’da doğan yazar, yıllarca öğretmenlik yaptı.
İzol, aynı zamanda siyasetin kalbinde ve kadın eksenli çalışmalarına devam ediyor.
Güncel olandan başlayalım… Netflix, Kürdistan coğrafyasında yaşamış olan Neandertalleri konu edinen bir belgesel ile gündemde. Şanidar Mağarası’nın önemine değiniliyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, bir bütün olarak Kürdistan coğrafyasının insanlık tarihi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu ve Kürtlerin yeryüzündeki diğer halklar tarafından üvey evlat muamelesi görüyor olmaları bu halkın kendisini bilim dünyasına anlatması konusunda zorlanmasına neden olmaktadır.
Ancak, bizler karartılmaya çalışılan tarihimizi iğne ile kuyu kazar gibi bulmaya kararlıyız. Bu tür belgesellerin bizi destekliyor olması doğru yolda olduğumuzun göstergesidir.
Doğrusu, Şanidar bulgusu çok heyecan verici bir konu olması nedeniyle benim de ilgi alanıma giren yönleri olduğu için yıllar önce yaptığım araştırmalarımda hayli dikkatimi çekmişti.
Şanidar Mağarası’ndaki orijinal defin; istirahatgahtaki insan cinsiyetinin kadın olması, mezarına gösterilen özen ve bedeninin belli bölgelerini boyamaları; günümüz Kürt cemaatlerinden biri olan Êzidilik (Yezidi) dinine mensup kadınların da vücutlarına kazıdıkları deq figürlerini hatırlattı.
Homosapiens ile birlikte bir dönem geçirmiş olan bu tür, bizlere mistik anlamda bazı miraslar bırakmış olmalı. Zira Kayseri/Kültepe kazılarında çıkan tunç kadın heykellerinde genital bölgeye yapılan üçgen şeklinde bir dövme görüyoruz.
Antikitesi çok eskilere dayanan Kürt Êzidi kadınlarının da hala genital bölgelerine üçgen şeklinde dövme yaptırıyor olmaları Kürt kadınlarının insanlık tarihindeki rolünün kronolojik ve aynı zamanda kesintisiz bir bağının varlığına da işaret ediyor.
Semavi dinler öncesi tek tanrı inancına sahip olan bu otantik cemaatin, bazı dini ritüellerinde hala kadınların öncülük yaptıklarını görmek bir kadın olarak beni değerli hissettiriyor.
Söz konusu belgeselde de bir kadın figürü etrafında yorumlar var. Siz bu noktayı nasıl okuyorsunuz?
Evet, aslında kadınlara yönelik değerlendirmelerin erkekler tarafından yapılıyor olması ve aynı zamanda bu değerlendirmelere bir yönü ile günümüz kapitalist bakış açısı ile bakan kadınların da bu görüşlere destek veriyor olmaları, o dönem ile ilgili yaşayış biçimini yanlış ve eksik bir perspektiften ele almamıza neden oluyor.
Buradaki kadının sevgilisi tarafından gömülecek, mezarın etrafına da çeşitli çiçekleri ekmiş olabileceği varsayımı yine erkekler açısından önemli bir sempati kazandırıyor.
Oysa ben bir kadın olarak daha alternatif bir pencereden bakmayı tercih ediyorum.
Bu kadının yaşadığı dönemlerde tohumu keşfetmiş olabileceğini, bilge bir kadın olduğunu ve aynı zamanda öldüğünde yine kadınlar tarafından dini ritüellerle gömülmüş olduğunu ve oradaki tohumların ise bu kadının bilgelik alanının tarım olduğunun işaret edilmiş olabileceğini varsaydığımızda, bu kez kadın açısından pozitif bir alan açmış olacağız.
Üstelik bu varsayımlarımızı destekleyen Hitit tarihi kayıtları mevcut. 14 bilge kadının Hitit gömme ritüellerini gerçekleştirdiklerini bildiğimiz gibi, bu fiillerin yine Kürt coğrafyasında yaşanmış olması da dikkat çekicidir.
Siz kadın tarihine yönelik araştırmalara odaklanıyorsunuz. Kadın tarihi, günümüzdeki yaygın tarih algısına ne tür bir etkide bulundu ve yeni araştırmalar için ne tür bir etkiye yol açabilir?
Aslında kadın tarihini ne kadar doğru çözecek olursak o ölçüde insanlık tarihini de doğru zemine oturtabileceğiz.
Zira, tarihin eril bir bakış açısı ile anlatılması dinler tarihi ile birlikte kadını kamusal alandan çıkartıp evin içine hapsetti. Kadının ekonomik olarak mağdur olmasına neden olan bu durum, her bakımdan toplumsal olarak geriye gidişe neden oldu.
Semavi dinler öncesi kadınların birçok alanda toplumsal öncü şahsiyetlerin varlığına tanıklık yaparken; skolastik düşünce etrafında, kilise bağnazlıkları sonucu kadınların cadı olarak Engizisyon mahkemelerinde yargılandıklarını ve çok ağır cezalara çarptırıldıklarını tarihi belgelerden biliyoruz.
Buna vereceğimiz acı örneklerden sadece bir tanesi İskenderiye kütüphanesinin Piri Haypatia’dır.
Günümüz çağdaş dünyasında aslında yasalar hala kadınların aleyhinde kararlar almaya yetkili. Kadının tarihteki rolü bir anlamıyla hakkı ile açığa çıkarılırsa toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında iki cins arasında yapılacak Radikal Eşitlikçi Demokrasi Sözleşmesi dünya kapsamında bir anayasaya dönüşecek ve kadın erkek arasındaki tarihi helalleşme ile insanlık yeni bir altın çağ açmış olacaktır.
Arkeolojik bulguların yeniden yorumlanmasıyla kadının tarihsel rolüne dair yeni bakış açıları elde ediliyor. Bu tür yeniden yorumlamalar, tarih bilimine nasıl daha derinlemesine ve kapsamlı bir katkı sağlayabilir?
Arkeoloji bilimi çok yeni olduğu için henüz kirletilememiş bir alan. Bu antik miraslar insanlık tarihine ait. Ulus devletler ve egemen dinler, bulguların incelenme aşamasındayken kendilerine buralardan destek bulma kaygısı içerisine girdiler.
Bunun sonucu kadınlar ve bölge orijin halkları açısından sorun yaşatabilir. Ancak birçok bilim dalının destekleyici unsurlarını gözetleyen yerden bakıldığında, toprak, kadının gerçek tarihini destekleyen birçok veriyi gün yüzüne ısrarla çıkarmaya devam ediyor.
Sayın Klaus Schmidt’in Göbeklitepe kazı yorumlamaları ile kadın tarihine yadsınamayacak önemli anlamda katkılar sundu. Klaus Schmidt, Göbeklitepe kazı yorumlamaları ile kadın tarihine yadsınamayacak önemli anlamda katkılar sundu.
Örneğin merkezdeki 2 dikilitaştan birinin erkek, diğerinin kadın olabileceğini ifade ederek orada yapılan tören ile ilgili bizlerde fikir oluşmasına neden oldu.
Ne yazık ki ölümü ile birlikte kendisinden alacağımız veriler azalmış olsa bile, bize aktardığı bilgelikleri yorumlamak üzerimize görev oldu. Kitabımı yazarken kendisinin kaynaklarında kadın tarihinin anlaşılabilmesi için önemli pencereler açtığıma inanıyorum.
Toplumda kadınların konumunu belirlemek için arkeolojik ve tarihî verilere dayanmanın ötesinde, kadınların tarihsel rolünü anlamak için hangi yaklaşımlar ve metodolojiler kullanılmalı? Bu yaklaşımlar, toplumsal cinsiyet ilişkilerine daha hassas bir bakış açısı sunabilir mi?
Metodoloji olarak; bilimin birçok alanından faydalanmak gerektiğine inanıyorum. Mitolojiler toplumların tarihsel bilgi kodlarını kendi içinde barındırır. Siyasallaşmış din bilgilerinden çok kültürel yaşayış içinde şekillenmiş inanış biçimleri kadını esas tarihine ait işaretleri içinde barındıran önemli nüvelerdir.
Kadının karartılmış hikayelerini açığa çıkarmak günümüzde zor olsa da imkânsız değil. Arkeolojik bulgular içerisinde kadına yönelik yapılan değerlendirmeler gayet eril bir bakış açısı ile yapılıyor.
Çağdaş toplumun modern kadın ve erkek bilim insanlarının çoğu kadın özgürlükçü bakış açısını öteleyen perspektifi öne çıkarmakla birlikte alternatif tarih araştırmacıların sayısı da artıyor.
Kadın özgürlükçü bakış açısı, toplumsal verili öğretilmiş rolleri devre dışı bırakabileceği için önemli. Kadına her anlamda pozitivist bakış, toplumda bir uzlaşı sağlayacak ve insanlığı daha bilimsel toplum kültürü oluşturma noktasında itici güç haline getirecektir.
Ortadoğu’da toplumsal cinsiyet rollerini de göz önünde tutarak bugün kadın hareketlerine ve etkili olabilen kadın rollerini nasıl okuyorsunuz?
Ortadoğu coğrafyası bir bakıma kadının tarihsel süreç içerisinde üstlendiği önemli rollerin aynasıdır.
Kadın hareketlerini irdelerken Hz. Sara’nın, Hz. Meryem’in ve Hz. Fatma’nın hayat hikayelerini doğru anlamlandırmak gerekir. Bu kadınların rollerini annelik veya bir erkeğin eşi olma gerçekliği üzerinden tariflersek, zihinsel arka plandaki önyargılı bakış açımızı devreye koymuş oluruz.
Kutsal kitaplarda ya da çeşitli tarihsel kaynaklarda sürekli karşımıza çıkan bu kadınların öncü öğretmen ve bilge kadın misyonlarını görmezden gelmek biraz kör olduğumuz anlamına gelir.
Biz Kürt kadınları kendi aramızda oluşturduğumuz Jin Jiyan Azadi felsefesi çerçevesinde olaylara alternatif bir bakış açısı ile bakabilme yetisini geliştirdik. Kürt kadınları bu doktrinle bugün dünyada kendinden söz ettirmeyi başardı.
İran bağnaz rejimi tarafından katledilen Jîna Mahsa Amînî şahsında gelişen protesto gösterileri, Ortadoğu’da kadınların yaşamı pozitif yönde değiştirme isteminde ne kadar kararlı olduklarını göstermek açısından önemlidir.
Kadın rengini, kendi dini ritüelleri içerisinde korumayı başaran ve gün geçtikçe daha da belirgin biçimde pratikleştiren Êzidi kadınlarının IŞİD zulmüne karşı verdikleri mücadelede olduğu gibi, Kobani’de kadınları hedef alan insanlık düşmanları ile savaşan kadınlarla birlikte yine bu tarihsel kadın öncülerin miras bıraktığı dişil zihniyettir.
Ayrıca, Kürt cemaatlerinden biri olan Alevi inancındaki kadınlar, dinlerindeki en önemli makam olan posta oturma makamına yeniden talip olmuş ve burayı bir nevi eş başkanlık sistemine dönüştürmeyi başarmışlardır.
Elbette ki bunların hiçbirini Jin Jiyan Azadi felsefi ve doktrinini işleten Kürt kadın hareketinden ayrıksı düşünemeyiz.
Göbeklitepe’nin merkezinde kadın figürünün bulunması, insanlık tarihine kadınların rolü üzerine yeni bir perspektif getiriyor. Bu bulgu, kadınların tarih boyunca toplumsal, kültürel ve dini hayatta ne kadar merkezi bir konumda olduğunu vurgulamak bakımından nasıl önemli?
Göbeklitepe, insanlık tarihini anlamamız açısından bize önemli veriler sunsunuyor. Sanki o dönemde yaşayan analarımız ve atalarımız kendi dönemlerinden ritüelleri unutturmamak için bir tiyatro sahnesi gibi olup bitenleri bizlere aktarmak istemişler.
Aslında Göbeklitepe henüz açığa çıkarılmadan önce de yöre halkı orada bulunan ağacı yılın belli dönemlerinde ziyaret ederek orada kurban kesmiyorlardı. Doğum yapmak isteyen kadınlar ise dileklerini dileyerek ağaca hala çaput bağlayorlar.
Göbeklitepe’nin keşfiyle birlikte bir kazı bezekte de doğum yapan bir kadın çiziminin olması, buranın zaten doğum yapmak isteyen yöre kadınları tarafından bir ziyaretgah olarak kullanılıyor olmasını ilginç ve daha da çekici kılmaktadııyor.
Yerleşik Urfa halkı olarak, Raa Haq/Heqi (hak yol) inancına sahip kadınlarının döndüğü semah benzeri dans eden bu kadın figürünün, genital bölgesinden çıkan şeyin bir bebek olmadığını anlayabiliyoruz.
Aslında big beng patlaması gibi ya da volkanik patlama gibi bir doğum sahnesi görüyoruz. İşte bu olayı mistik bir anlatımla tanımlarsak, belki de kadınının evrenleri doğurduğuna inanılan bir yaratılış hikayesine tanık oluyoruzdur.
Kitabınız kadın ve dinler konusunda da epey meseleler anlatıyor. Siz dünden bugüne kadın ve din ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Ben kitabımda bu konuyu hayli dikkat çekici noktalarda ele alarak, anlatımlarımı belgelendirerek çözümlemeler yapıyorum.
Gelmiş olduğum nokta Göbeklitepe yapılmadan en az 50 bin yıl öncesini de içine katarak, insanlık tarihinin 2 döneme ayrılması ve iyisiyle kötüsüyle yeniden irdelenmesi gerektiğini öneriyorum.
Konuyu anlatabilmek açısından biraz açacak olursak; tarihi bilgi, belge ve veriler gösteriyor ki, Urfa merkezli gelişen Mezopotamya’ya özgü yaşanmış binlerce yıllık bir Kadın Ana inancı var.
Yine bu kadın ana inancı içinden doğmuş eril menşei olan Zerdüştlük inanış biçimi olgunlaştı. Zerdüştlük temelli semavi dinler, Kadın Ana inancı yanında henüz dünkü çocuk gibidir.
Semavi dinler, temel felsefelerini Kadın Ana inancının kökleri üzerine kurarken, kadının yarattığı insanlık mirasına sahip çıkarak el koymuştur.
Arkeolojik çalışmaların Kürtlerle veya Kürtçe ile ilişkisini nasıl okuyorsunuz? Kürdistan sınırlarında yapılan araştırmalar bize bu konuda neler anlatıyor?
Doğrusu sorunuz çok önemli, dil bilimi matematiksel kuralları içermesi açısından tarihi anlamamızı sağlayan önemli kanıttır.
Bu bilim doğru temelde kullanıldığında Urfa merkezli geniş bir coğrafyada Kürt dilinin ve lehçelerinin konuşulduğu şehir devletleri ve bunların birleşiminden oluşan imparatorlukları görüyoruz.
Kitabımda isimler üzerinden birçok lengüistik çözümleme yaptım. Elbette bunlar benim önermelerimdir ancak bu önermelere yönelik ciddi eleştiriler gelmedi. Bundan sonra gelse bile sorun yok, zira gerçekler sert kayalar gibidir.
Egemen zihniyetlere kalsa “Kürt yoktur” ve dolayısıyla da “Kürt dili yoktur.”
Hititlerin dili, Urartuların dili hala Kürtlerin dili ile yakınlık gösteriyorsa durup düşünmek gerekir. Bu dilleri ölü diller arasında göstermek bilim ahlakıyla ne kadar bağdaşıktır; sormak gerekir.
Bana kendimi anlatma koşulu oluşturduğunuz için teşekkürler.| © The Independentturkish | Maaz İbrahimoğlu