Almanya’da DİTİB, Avusturya’da ATIB Neden Kuruldu?

| Adem Hüyük

Bu makalede, ATİB ve DİTİB gibi kurumların ortaya çıkış gerekçeleri ile Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1924’te kurulma ihtiyacı arasındaki tarihsel ve diyalektik bağ incelenecek; konu özellikle Almanya ve Avusturya bağlamında ele alınacaktır. Bugün Almanya, Avusturya, Hollanda ve Fransa’da en fazla güven duyulan ve kurumsallaşmış dini yapılar arasında yer alan ATİB ve DİTİB, bu tarihsel arka plana rağmen bulundukları ülkelerin iç siyasetinin bir enstrümanı hâline getirilmektedir. Bu siyasileştirilme süreci ise, söz konusu kurumların radikal yapılara karşı inşa ettiği koruyucu bariyerlerin kendi cemaatleri tarafından dahi yeterince fark edilmemesine neden olmakta, hatta zaman zaman bu algı bilinçli şekilde manipüle edilmektedir. [Adem Hüyük]

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği [DİTİB] 1984’te Almanya’da, Avusturya Türk-İslam Birliği [ATIB] ise 1991’de Avusturya’da kuruldu. Her iki kurum da Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içinde, yurt dışında  faaliyet göstermektedir. Kurumların başkanları, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin din ataşesi olup Ankara’dan tayin edilmektedir.

DİTİB ve ATIB Neden Kuruldu?

Bu sorunun yanıtı, 3 Mart 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığını zorunlu kılan siyasi ve sosyal konjonktürde yatmaktadır.

Diyanet, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasıyla, Cumhuriyet’in laiklik ilkesi doğrultusunda kuruldu. Amacı, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak, ibadet yerlerini yönetmek, din hizmetlerini politikanın dışında tutmak ve dini otoritenin devlet kontrolünde olmasını sağlamaktı.

1960’lardan itibaren başlayan işçi göçüyle birlikte İslam dini Kıta Avrupa’sına taşındı. Türkiye’den giden işçilerin yaşadığı bölgelerde tarikat ve dini cemaat yapılanmaları dernek camileri açarak örgütlendi. Bu durum, Cumhuriyet’in laiklik ilkesi açısından tehdit olarak değerlendirildi. İşte bu nedenle Almanya’da DİTİB, Avusturya’da ATIB, Hollanda’da HDV, Fransa’da DİTİB Fransa gibi kurumlar kuruldu.

Kısacası, Diyanet Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, “radikalleşmenin önünü kesme” misyonunu üstlendi.

Avrupa’daki Cemaat Yapılanmaları

Diyanet’ten önce Avrupa’da örgütlenen dini cemaatlerden bazıları şunlardır:

  • 1973 – Süleymancılar, Vorarlberg’de ilk derneğini açtı.
  • 1976 – Milli Görüş, Almanya’da ilk derneğini kurdu. 1987’de Avusturya İslam Federasyonu adıyla resmileşti.
  • 1967 – Nur Cemaati Almanya’da örgütlenmeye başladı, 1989’da Avusturya’da faaliyet göstermeye başladı.

Partiler Üstü Devlet Kurumu

ATIB yöneticileri, ATİB camilerinin herhangi bir tarafa, siyasi görüşe, nereli olduğuna ve hatta hangi ülkenin vatandaşı olduğuna bakılmaksızın kapılarının herkese açık olduğunu söylüyor. Bunun en bariz örneği, Türkiye’den Avusturya’yı herhangi bir nedenden dolayı ziyarete gelen siyasiler, hangi parti olursa olsun ATIB’i ziyarette bulundukları belirtiliyor.

ATIB’in bu açıklaması bana, Linz ATIB camisinin, ATIB pankartıyla 1 Mayıs yürüyüşüne katıldığını hatırlattı.

ATIB’in Misyonu

ATIB, kendisini Avusturya’daki Türk ve Müslüman toplulukların kültürel ve sosyal iş birliği için bir çatı kuruluşu olarak tanımlıyor. Misafir işçilikten kalıcı yurttaşlığa uzanan süreçte stratejiler geliştirmek gibi bir sorumluluk taşıyor.

Seküler yönetime sahip Avusturya, geçtiğimiz yıllarda kurduğu Siyasi İslam Dokümantasyon Merkezi” aracılığıyla şeriat vaazlarının verildiği camileri her yıl rapor etmiş, ancak bu raporlarda ATIB bünyesindeki camilere bu yönlü bir suçlamaya yer verilmemiştir.

ATIB dışında diğer cemaatlerin [Gülen yapılanması hariç] en büyük yanılgısı, doğal değişimi “asimilasyon” olarak algılamaları olmuştur. Oysa bugün dördüncü nesilden bahsediyoruz ve bu topluluk yaşadıkları ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısıyla değişmiştir. Bu değişim asimilasyon değil, uyum sürecidir. Eğer asimilasyon olsaydı, ATIB ve diğerleri bugün onlarca cami açamaz, cemaat bulamazdı.

Virgül’ün notu: Uluslararası Öğrenci Aktivitelerini Destekleme Derneği, 2001 yılında Avusturya’da örgütlenme çalışmasına başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren Fethullah Gülen Cemaati taraftarları tarafından kurulmuştur. Örgütlenmeye geç başlamış olsa da kısa sürede hızlı bir gelişim ve büyüme göstermiştir. Bunu ise, sonradan ihanet ettiği tüm dini ve siyasi yapılanmaların desteğini ve övgüsünü alarak sağlamıştır.

Türkiye tarafından “FETÖ” olarak terör yapılanması şeklinde tanımlanan Gülen cemaati, Almanya ve Avusturya’da bu tanımlamanın netleşmemesinden doğan boşluktan yararlanmıştır. Darbe girişiminin ardından ise yeraltına çekilmiştir. Gülen yapılanması için asimilasyon, entegrasyon ve diaspora gibi sosyolojik gelişmelerin hiçbir önem taşımadığı; bazı kesimler ve ilahiyatçılar tarafından sıklıkla eleştirilmektedir. Dahası, İslam dini geleneğine müdahale edecek cüreti göstermesi, yapılanmanın uluslararası siyasi bir yapılanma olduğunun kanıtı olarak değerlendirilmektedir.

Yeni Strateji Zorunluluğu

Değişen koşullar, dini kurumların da yeni stratejiler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Aksi halde marjinalleşmiş küçük topluluklar olarak kalırlar.

Virgül’ün notu: “Avrupa ülkelerinde marjinalleşen dini cemaatlerin mevcut olduğu bilinmektedir.”

Geçtiğimiz hafta başka bir konu üzerinden davet edildiğim Avusturya İçişleri Bakanlığı mensuplarına da söylediğim gibi:

Kurulduğu günden bu yana ATIB’in en temel misyonu, radikalleşmenin önüne geçmek ve IŞİD benzeri örgütlerin militan devşirmesini engellemektir. ATIB bu konuda kendi cemaat çevresinde kayda değer bir başarı sağlamış; istihbarat raporlarında, tespit edilen IŞİD benzeri yapılarla temas kurmuş hiçbir kişinin ATİB’e bağlı camilerle ilişkisinin bulunmadığı açıkça belirtilmiştir. Bakanlık yetkilileri de bu tespitin doğruluğunu bizzat bana teyit etmiştir.

Öte yandan, tespitlerimden “ATIB savunuculuğu” çıkarılmamalıdır. Zira bu yöndeki değerlendirmeleri, Avusturya’nın araştırmacı gazetecileri de 2002 yılı öncesinde kaleme aldıkları makalelerle ortaya koymuş ve bu bilgiler Virgül arşivinde kayıt altına alınmıştır.

Okuyucularımızdan beklentimiz ise, karşıt düşünceleri savunuyor olsalar bile dürüst ve vicdanlı bir yaklaşım sergilemeleridir. Bize söylenenlerle yetinerek yorum yapmak yerine, hür irademizle “biz ne diyoruz?” sorusunun peşine düşülmelidir. Aksi takdirde herkes, taraf olduğu gücün kuklası hâline gelir; kendisine ait olmayan fikirleri kendi düşüncesi sanarak onların tutsağı oluverir.

Ayrıca, bu yaklaşımı ATIB sorumlularından da beklediğimi ve bunu bizzat kendilerine ifade ettiğimi özellikle belirtmek isterim.

Bizim toplum olarak en büyük hatamız, düz mantığı profesyonel bir yöntem gibi kullanıp fikir ürettiğimizi sanmamızdır. Ve bu da bizim en büyük yanılgımız olmuştur…

Popülizm ve Tehlikeleri

2017 Avusturya erken genel seçimleri sonucunda Şansölye olan Sebastian Kurz, sadece üç yıl önce tek tek ziyaret ettiği Milli Görüş ve ATIB camilerini, başbakan olduktan sonra popülist siyasete kurban etmiş, Türkiye ile diplomatik savaşta bu kurumları piyon olarak kullanmıştır.

Koalisyon ortağının etkisiyle bu adımları atan ÖVP lideri bugün siyaset sahnesinden silinmiştir. Ancak, siyasetin tarihsel tutarsızlığı bize, o günkü koalisyon ortağı olan FPÖ’nün bir ilçe başkanının, ATIB’in verdiği bir iftar davetine katılım sağladığını göstermiştir. 

Virgül’ün notu: Avusturya medyası ve popülist siyasetçilerin tribünlere oynayarak hedef seçtikleri kurumların başında sanırım ATİB gelmektedir. Ancak belki şaşırtıcı gelebilir; kişisel tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, popülist siyasetin vazgeçilmez kurbanlık koyunu gibi sunulmasına rağmen ATİB, Avusturya devleti ve her dönem iktidarı tarafından İslam dininin en güvenilir ve en çok gözetilen temsilcisi olarak görülmüştür. Bunun bariz ispatları ve kanıtları tarafımdan bilinmektedir.

Söylemek istediğim şudur: Popülizm siyasette kendisine yer bulabilen bir yöntemdir, ancak ömrü uzun olmaz. Kurz örneğinde görüldüğü gibi, sonunda bertaraf edilir. Fakat dini inançlar üzerinden günü kurtarmak ve çıkar ilişkilerini korumak için yapılan popülizm, inanan toplulukları Sivas ve Maraş katliamlarında olduğu gibi felakete sürükleyebilir.

Süreç artık şunu gerektiriyor: Avusturya ve Almanya’da değerlerini özgürce yaşayabilmek, aynı zamanda yaşadığın ülkenin değerlerine saygı duymak. Aksi halde entegrasyonu asimilasyon olarak görenler, bitmeyen bir “misafirlik” psikolojisinde istenmeyen misafir konumuna düşer.| ©DerVirgül

Yayınlama: 31.08.2025
Düzenleme: 10.12.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.