Hangi Atatürk, hangi Kemalizm?

Bugünlerde “şeriat”, “tarikat”, “cemaat”, “laiklik” ve “Atatürk” tartışmaları gündemi yoğun bir şekilde işgal ediyor.

Hangi Atatürk, hangi Kemalizm?

Öncelikle diyebilirim ki, tarihsel düzlemde bir asker, siyaset adamı, cumhuriyetin kurucu önderi olarak Atatürk başka; doktrinler ve ideolojik anlamda Kemalizm başkadır.

Atatürk’le Kemalizm arasında bütünüyle olmasa bile, elbet bir bağ, bir ilinti kurmak mümkün.

Ancak Kemalizm, doktriner boyutu ile Jakoben/tepeden inmeci, monist/tek tipçi laikliği; keza seküler, İslam dışı bir Türk milliyetçiliğini merkeze alan, elitist seçkinci bir kadro tarafından Atatürk’ün vefatından sonra yeniden oluşturulmuş, olgunlaştırılmış bir ideoloji, daha doğrusu bir yönetim biçimi, bir yönetim anlayışıdır.

Bazen Kemalizm, darbeci askerler tarafından tabiri caizse bir darbe ideolojisine dönüştürülmüştür.

Zira sağ-sol, cemaatçi fark etmeksizin tüm askeri cuntalar darbenin meşruiyetini “Atatürkçülük”ten, geniş anlamda Kemalizm’den aldıklarını iddia etmişlerdir.

Kemalizm denilen anlayış esas itibarı ile anlam ve kavram çerçeveleri İslam öncesi erken Türk tarihi, daha çok Batı’yı, muasır medeniyeti, daha doğrusu Batı medeniyetini örnek alan, onu önceleyen bir paradigmayı içerir.

Genel itibarıyla Kemalizm’in sol ve sağ kanadından söz edebiliriz.

Sağ kanadı Recep Peker ve Ülkü dergisi çevresidir ve bu yapı nasyonal faşizme çok yakın bir anlayıştır.

Sola yakın kanadı ise, Yakup Kadri ve Kadro dergisi çevresidir.

Bu kanat ie, aydınlanmacı seküler ilerlemeci Volter’in deyimi ile halka rağmen bir halkçılığı önceleyen pozitivist bir bakış açısıyla meselelere yaklaşır.

Daha sonraki aşamalarda liberal sosyal demokrat bir Kemalizm inşası da olmuştur.

Diğer taraftan Bülent Ecevit vs. gibi “ortanın solu”, “ılımlı”, din ve geleneğe tolerans gösteren bir Kemalizm anlayışı da gelişmiştir.

Ancak 1974 seçimleri hariç, pek rağbet görmemiştir diyebiliriz.

Aslında temel soru şu:

Hangi Atatürk, hangi Kemalizm?

Bu, herkese ve her kesime göre farklı bir anlam taşımaktadır.

Hatta rahmetli Erbakan’a göre “Atatürk mezardan kalksa Millî Görüş’e oy verirdi” türünden Atatürk’ü dahi mezarda gülümsetecek yorumlar olmuştur.

Yani temelde bugün Türkiye’de siyasal düzeyde, keza halk düzeyinde homojen bir Atatürk ve Kemalizm’den bahsetmek çok zor.

Hatta akademisyenler bile ortak bir Kemalizm-Atatürkçülük anlayışında uzlaşamaz.

Evet, bugün son dönemlerde hikmeti bilinmez bazı iç-dış mahfiller tarafından, Atatürk ve Kemalizm yoğun, baksın, yaygın saldırgan bir İslam ve Osmanlı; etnik bağlamda ise özellikle bir Arap-Kürt düşmanlığına dönüştürülmüş bir halde tekrar devreye sokulmuştur.

Elbette insanlar “din”, “şeriat” ve “Osmanlı” eleştirisi yapabilirler; ilmi, akli ve belgeli olmak kaydıyla… Hatta yapılmalıdır da.

Ancak bugün yapılanlar Atatürk’ün arkasına sığınıp, bu milletin tarihsel ve toplumsal değerlerine, kültürüne anlam ve kavram çerçevelerine hakarete, küfre ,keza topyekûn inkar ve ret boyutuna taşınmıştır.

Bu, bir “fikir”, “düşünce”, “eleştiri” değil, aksine milletin birliğini, beraberliğini sabote eden katastrofik/yıkıcı bir durumdur.

Öyle ki, bizim var olan fay hatlarını, kriz alanlarını, antagonizmaları derinleştirmeye; olası bir çatışmaya dönüştürmeye değil, aksine birleştirmeye, uzlaştırmaya, dengeli bir uyuma/agonizme ihtiyacımız var.

Farklılıklara rağmen bir arada yaşamayı başaran bir Modus Vivendi’ye ihtiyacımız var.

Yani Osmanlı da bizim Atatürk de İslam da.

Eleştirmek başka; hakaret, düşmanlık başka…

Keza köksüzleştirmeyi ve yabancılaşmayı, çöküşü hızlandıran topyekûn ret ve inkâr merkezli yıkıcı bir anlayış da başkadır.

Fakat ne hazindir ki, bu yeniden paketlenen, maksatlı, çağın koşullarını dikkate almayan, entegrist, tek tipçi, yer yer ırkçılığa kapı aralayan Kemalizm anlayışına karşı, bazı sözde İslami kesimlerin anakronik bir şekilde tek tipçi jakoben totaliter çoğulculuğa farklı din, fikir ve yaşamlara yer vermeyen, bugün nostaljiden başka hiçbir anlam taşımayan saltanatçı monarşik teokratik bir nevi Talibancı, İŞİD’ci bir İslam/şeriat anlayışını, “İslam”, “Kur’an” adına savunmalarıdır.

Bu durumun da maksatlı olduğunu söylemek bir abartı olmaz.

Sonuç itibarı ile hak, adalet, özgürlük, çoğulculuk, ehliyet, liyakat ve ahlak, halkın yoğun katılımı ile iradesini merkeze almayan, yerel dinamiklerden beslenmeyen, gelir dağılımını adil yapamayan, tüm tek tipçi entegrist totaliter ve otoriter siyasal sistemler, ister seküler Kemalist ister sosyalist ister dinci olsun, başarılı olmazlar.

Öyle ki, bu siyasal-toplumsal anlayışların, milli düzeyde; keza yeryüzü ölçeğinde çağın insanlarına verecek olumlu hiçbir mesajları yoktur. | Dr. Lütfü Özşahin Dinler Tarihçisi | Siyaset Felsefecisi |The Independentturkish

Yayınlama: 22.02.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.