Unutmanın Kıyısında Yaşamak
Bazı dönemleri unutmak için, insanlar kendini paraladığı süreçler yaşar. Acılar, yüzleşmeler, pişmanlıklar… Ne varsa geride kalsın istenir. Oysa öyle bir an gelir ki o anıları bile özlenecek hâle getirir. Çünkü unutmak artık bir tercih değil; fark ettirmeden yaklaşan sessiz bir misafir gibidir. Bu misafir, aklın kontrolünü sağlayan mantık, fikir ve iradenin senin ellerinden kayıp gitmesidir.
Bir zamanlar yaşanmışlıkları silmeye çabalayan zihin, gün gelir hatırlayamamaktan korkar. Dün kaçılmak istenenler, bugün tutunulmaya çalışılanlara dönüşür. Hafıza yalnızca geçmişin değil, aynı zamanda kimliğin haritasıdır.
Başta yorgunluk sanılır. Bir kelime takılır, bir yüz eksik kalır, cümlelerin ucu kaçar. “Olur öyle” denir. Önemsiz görülür; bazen önemsenmez bile. Ancak eksilen her parça, içte bir boşluk yaratmaya başladığında, kelimeler o boşluğu dolduramazsa, sessizlik çöker insanın üzerine.
Yine de hâlâ yazılabiliyorsa, kelimeler unutan belleğin değil ama hisseden ruhun taşıyıcısıdır. Yazmak, unutkanlığın gölgesinde direnmenin bir yoluna dönüşür. Belleğin silikleştiği yerlerde duyguların izi sürülür.
Ve zihni meşgul eden o kadim soru belirir: Hatırlamak mı daha zor, yoksa unutmak mı?
Hatırlamak, bireyi kendisiyle yüzleştirir. Travmalarla, pişmanlıklarla, geçmişin karanlık koridorlarıyla… Bu nedenle hatırlamak çoğu zaman yorar.
Fakat unutmak da kolay değildir. Unutmak, bazen kimliğin, köklerin, yaşanmışlığın silinmesidir. Hafızası eksilen bir bedenin içinde yolunu kaybetmektir. O da başka bir tür yorgunluktur.
Henri Bergson’a göre hafıza, zamanın kendisidir. Geçmiş sadece hatırlanmaz; her hatırlayışta yeniden kurulur. Bu yüzden gerçek olan ile hatırlanan olan birbirine karışabilir. İnsan, kendi hikâyesini yeniden yazarak yaşar.
Walter Benjamin için hafıza, bir tür adalet arayışıdır. Unutulan her şey, yarım kalmış bir cümle gibi zamanın boşluğunda asılı kalır. Bu nedenle bazı anılar, unutulmasın diye acıtır.
Nietzsche ise unutmayı bir erdem olarak görür. Ona göre hafıza bazen zincirdir, geçmişin esaretine dönüşebilir. Unutma yetisi olmadan özgürlük de mümkün değildir. Ama unutulmak istenmeyenler de silinmeye başlarsa, ne olur?
Belki de en zor olan, bu iki uç arasında sıkışıp kalmaktır. Ne tamamen unutmak mümkündür ne de her şeyi sürekli hatırlamak. Hafızanın bireyden bağımsız hareket ettiği anlarda, sadece geçmiş değil, varoluş da sorgulanır.
Bu yüzden, hatırlanabilenlerin kıymeti daha çok anlaşılır. Unutmanın kıyısında yaşanırken, kalanlar daha da değerli hâle gelir.
Ve bazen, bu kadarı yeterli gelir insana…