Esra’nın Kaleminden…
Değerli okuyucum,
Yorgunluk ve enerjisinin çoğunu iş hayatında tüketen bizler, gün geçtikçe kendi gibi yaşayamamaktan şikayet eder olduk. Hayatın çok sesliliğinde boğulurken, içimizdeki sessizlikleri bastıramıyoruz.
Buraya bir “es” bırakmak istiyorum. Çünkü bu yazıda, yaşamın temeli olan sevgi üzerine yazmak istedim. Buna sebep, bir okuyucumdan aldığım duygu yüklü birkaç satır oldu.
Anlattığı şey tam anlamıyla bir yarım kalmışlıktı. Hüzündü, dönüşümdü… Ve yazdıklarının satır aralarına gizlenmiş bir nebze umut.
“Ne sen unuttun beni ne ben vazgeçtim senden. Ama öyle bir haldeyiz ki; ne sen arıyorsun beni, ne ben yaşıyorum seni… Bazen insan iyileşmek dahi istemiyor, çünkü içindeki acı sevdiğinden kalan son hatıradır diye…
Ancak en acısı ne biliyor musun? Ben seni kendim gibi sanmıştım.
Bazen hiç tanımamış gibi devam etmek istiyorum hayatıma, çünkü gerçekten hiç tanımamışım seni.
Ne benim sana dönecek bir yolum var, ne de senin ‘gel’ diyecek bir yüreğin…
Mümkünse, bu şehir bir daha bizi göz göze getirmesin.
Sen, sevgimin ve emeğimin ziyan olmuş halisin. Merhamet bilmeyen kalbinden öpüyorum.
Benim seninle savaşım bitti. Artık gözlerin istediğine gülebilir…”
Derler ki, “kalp neyle doluysa, dil onu söyler.”
Yukarıda kalpten dökülen cümlelere tanıklık ettik. Sevginin bir kalpte yeşerememesinin acısını ifade etmekte yetersiz kalan kelimelerin gözyaşlarını gördük.
Belki de yaşanmışların acısı değil, “yaşanamamışların” bıraktığı eksikliktir bizi yarım bırakan.
Hayal ve umut taşır yarım kalmışlıklar. Beklentilerle yoğrulur… Ama aynı zamanda gerçeği fark etmeyi ve kabullenmeyi de öğretir insana.
Karl Marx bir yazısında şöyle der:
*“İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini insani ilişkiler olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle değiş tokuş edebilirsiniz.
Sanatın tadına varmak istiyorsanız, sanat kültürü almış biri olmalısınız; başkalarını etkilemek istiyorsanız, gerçekten başkalarını canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız.
İnsanla ve doğayla ilişkilerinizin her biri, gerçek bireysel hayatınızın belirli bir şekilde dışavurumu olmalı, iradenizin nesnesine uymalıdır.
Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız — yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa…”*
Ve ben, Karl Marx’tan özür dileyerek bu kısmı sizin duygularınıza bırakıyorum. Bu satırların sonunu yazmıyorum. Yazıyı okurken içinizde oluşan düşüncelerle tamamlamanızı istiyorum.
Tıpkı yarım kalmış sevgilerde olduğu gibi…
Çünkü karşılık bulamamış bir sevgide her zaman bir soru işareti kalır:
“Olsaydı daha mı iyi olurdu?”
Yoksa,
“Davulun sesi uzaktan hoş mu geliyordu?”
Bunu insan hiçbir zaman tam bilemiyor.
Ayçiçeği bile dönüyor yüzünü güneşe. Sizce dönmesin mi?
Başka ışıklarda mı arasın aradığını?
Ama unutmayın:
Her sevda tamamlanmaz. Her kalp aynı ritimde çarpmaz.
Yarım kalan bir sevgiye tutunmak, bazen tamamlanamayacak bir hikâyenin içinde kendini kaybetmektir.
Bu yüzden:
• Sevginizin karşılık bulmadığını fark ettiğinizde, önce kendinize dönün. Sevgi, başkasında büyüyemediğinde bile sizde kök salabilir.
• Kırıldığınız yerde kalmayın. Hayat, ilerlemeye gönüllü olanlara yeni sayfalar açar.
• Sizi görmeyeni beklemek, kendi ışığınızı karanlıkta unutmak gibidir. Beklemek yerine yürümeyi seçin.
• Bazen en büyük iyilik, birini affetmek değil, kendinizi ondan özgürleştirmektir.
• Ve en önemlisi: Sevilmek kadar, sevmek de kıymetlidir. Ama ikisi bir arada olmadığında, eksik olanı tamamlamak için kendinizi tüketmeyin.
Hayat, eksik bırakılan cümleleri tamamlamak için değil, yeni ve içten cümleler kurmak için vardır.
Sevgiyle ve sağlıkla kalın efendim.