Viyana büyük bir şehir — ama bize küçük bir kasaba

Viyana’da yaşamak, göçmenler için büyük bir şehirde küçük bir kasabaya sıkışmak anlamına gelebiliyor. Tanıdıklığın hâkim olduğu bu dar çevrede birey, gettonun görünmez duvarlarını aşmakta zorlanıyor.
| Adem Hüyük
Viyana, Avusturyalılar için büyük bir şehir; Türkiye göçmenleri içinse çoğu zaman küçük bir kasabadır. Geniş caddeleri, düzenli toplu taşıması, kültür-sanat hayatıyla yaşayan bu şehir, göçmenlerin gözünde yalnızca kendi mahalleleri, marketleri ve camileri kadar yer kaplar. Çünkü bir şehir, ne kadar büyük olursa olsun, göçmen için sadece kapladığı alan kadar vardır.
Bu daralmış yaşam alanı, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda düşünsel bir sınırlamadır. Şehir, göçmen için yalnızca tanıdık yüzlerle, güvenli ilişkilerle, “bizden olan”larla sınırlıdır. Birbirini tanıyan toplumlarda ise tarafsızlık nadiren yaşanır. Herkes, subjektif koşullarının elverdiği tarafı tutar. En iyi restoran, tanıdığınındır. En iyi gazete, tanıdığın yazandır. Beğeni, kaliteye değil, sadakate dayanır. Böylece rekabet değil, hizalanma; eleştiri değil, aidiyet gelişir.
Bu yapı içinde en hızlı yayılan şeylerden biri de dedikodudur. Ahlaki ya da kriminal herhangi bir gelişme hemen duyulur, konuşulur, yayılır. Çünkü küçük topluluklarda mahremiyet, kolektif gözetim duvarına çarpar. Mahalle baskısı artık bir soyutlama değil, yaşayan bir mekanizmadır. Kim kiminle görüşüyor, kim nereye gidiyor, kim ne giyiyor — hepsi birer izlenme, yargılanma ve kimi zaman dışlanma gerekçesine dönüşür.
Birbirine çok yakın yaşayan ve her fırsatta birbirine değen Türkiye kökenli toplum, kendi hareket alanını daraltarak gettonun dışına çıkamamaktadır. Çünkü bireyler, bu kapalı yapının yazılı olmayan kurallarına ters düşmekten korkar. Bu korku, kişisel vizyonun gelişmesini, yeni düşüncelere açılmayı, farklı kimliklerle temas kurmayı engeller. Geleneksel mesleklerin kutsanması, dinsel ve kültürel hurafelerin tabulaştırılması da bu getto içerisinde hızla yer bulur. Gettonun dışına çıkan Türkiye toplum bireyi —örneğin bir sanat galerisinde, bir Alman tiyatrosunda, bir seküler dernekte kendine yer açanlar— çoğu zaman “gavurlaşmış”, “özünü kaybetmiş”, “bizden kopmuş” olmakla suçlanır. Bu ahlaki üstünlük iddiasıyla bezeli dışlama, topluluk içinde ilerlemeyi değil, itaatkârlığı ödüllendirir.
Böylece Viyana, kâğıt üzerinde Avrupa’nın en yaşanabilir şehirlerinden biri olsa da, Türkiye toplumu için dar sokaklarda dönen küçük bir dünyaya dönüşür. Bu dar dünyada, birey olmak değil, görünmemek önemlidir. Çünkü görünür olan, mutlaka konuşulur. Ve konuşulan, çoğu zaman cezalandırılır.
Gerçek bir şehir, yalnızca büyük binalardan, işleyen sistemlerden ya da geniş meydanlardan ibaret değildir. Gerçek şehir, bireylerin birbirini tanımadığı halde saygı duyabildiği, özgürlüğün mahalle sınırlarına takılmadığı yerdir. Viyana’da yaşayan göçmenler için bu hâl hâlâ bir istisna; norm değil. | ©DerVirgül