Değişen Avusturya mı yoksa Türkiye mi? | Yoksa bizim tutanaksız duygularımız mı?

Değişen Avusturya mı yoksa Türkiye mi? | Yoksa bizim tutanaksız duygularımız mı?

| Adem Hüyük

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg [ÖVP] iki gün süren bir ziyaret kapsamında Ankara’ya gitti. Diğer açıklamalarının yanı sıra dikkate alınması gereken; “Türkiye’yle ne kadar çok olumlu ilişkilerimiz olduğunu gördük” sözleri, kafalarda düne göre ne değişti sorusunu doğurdu. Tarihsel olarak birbirini bu kadar çok sevmeyen ve yine bu kadar çok ilişki kuran ülkeler arasında yer alan Avusturya ve Türkiye’nin, Almanya’nın Avusturya üzerindeki etkisinden bağımsız ele alınacak olunursa, iki ülke ne barışık, nede düşman olacak gibi…

On yedi yıldan fazla bir süredir federal hükümet, özellikle eski başbakan ve ÖVP lideri Sebastian Kurz liderliğindeki ÖVP-FPÖ hükümeti, -çoğunlukla AB çizgisini kalkan olarak kullanarak – Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve politikalarını eleştirdi.

Ancak bu eleştirilerin ülke sınırları içerisinde kalması, merkez sağ ÖVP’nin Türkiye üzerinden en büyük rakibi aşırı sağcı FPÖ’ye karşı iç siyaset argümanı olarak kullanıldığı görüldü. FPÖ’nün ülke sorunlarını göçmenlere bağlaması ve bunun seçmenlerde karşılık bulması, Halk Partisi’nin [ÖVP] genç liderini cezbetmiş, bir zamanlar Viyana camilerini ziyaret eden Sebastian Kurz’u, bir numaralı popülist siyasetçi karakterine büründürmüştür.

Zaten tarihsel şehir efsaneleri üzerinden nefret tohumları ekilen Osmanlı ve onların devamı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına duyulmayan sempati, ayrımcılığa ve hatta ırkçılığa kadar uzanması hükümet ve medya aracılığıyla sağlandı.

Oysaki Avusturyalılar perspektifinden bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten iktidarın siyasal anlayışı ve yöntemi çok önemli değildi. Haritada Türkiye’nin yerini dahi bilmeyen Avusturyalılar, sağ popülizm sayesinde bir ülkeye nefret duymaya başlamış, aynı fabrikada çalıştığı o ülkenin mensubuna anlamsız bir düşmanlık beslemesi sağlanmıştır.

Peki şimdi ne oldu?

2011 yılında başlayan Türkiye-Avusturya arasındaki diplomatik krizler, SPÖ-ÖVP koalisyon hükümeti de dahil, ÖVP-FPÖ koalisyon hükümetleri döneminde yaşandı. Yani sol veya sağ parti farkı gözetilmeden, Türkiye ilişkileri iç siyasette bizzat kullanıldı ve prim kazanıldı.

2005 yılında ÖVP Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, önce Ankara ile AB üyelik müzakerelerinin başlamasını engelledi. Bu döneme kadar Türkiye Avusturya çok ciddi bakımdan diplomatik olarak karşı karşıya gelmemişti.

Türkiye Avusturya ilişkilerinde asıl kırılma noktası, Erdoğan, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birkaç hafta önce Viyana Albert Schultz Salonu’nda 13.500 kişinin önüne çıktığında, dönemin Dışişleri Bakanı Kurz onu seçim kampanyası konuşması yapmak ve ülkeyi huzursuz etmekle suçlamasıyla başladı. 2016 yılında Kurz, insan hakları ihlalleri ve baskılar olduğunu ileri sürerek, “Türkiye’nin AB’de yeri olmadığını”, Avrupa’dan giderek uzaklaştığını ve bu nedenle mülteci anlaşmasının yakında tarih olacağını ilan etmesi, Ankara yönetiminin Kurz’a karşı savunma yapmasını ve dikkate almasını tetikledi.

Türkiye dışişleri bakanı, Kurz’u “ırkçı tutum” ve “İslamofobi” ile suçlayarak karşılık verdi

Sebastian Kurz’un popülist çıkışının Ankara’dan bulduğu yankı ise, Kurz’u kendi siyasi emelleri için Türkiye’nin aleyhine gündem peşinde koşmakla suçlanması, buna ek olarak, Efes’te çalışan Avusturyalı arkeologların çalışmalarının durdurulması ve Avusturya’nın NATO ortaklığına dahil edilmesini veto ederek – Avusturya askerlerinin Kosova, Bosna ve Afganistan’da konuşlandırılması için büyük sonuçlar doğurmasına neden olmuştu. Aslında Ankara, Avusturya’ya karşı misillemesinde Viyana hükümeti üstü, devleti ve federal orduyu direk ilgilendiren ilişkilere darbe vurmuştur. Bunun sonuçlarının ağır olduğunu, Avusturya çok sonradan fark etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Avusturya’yı lanetlediğinde de dışişleri bakanı Schallenberg’di

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mayıs 2021’de “Avusturya devletini lanetlediğinde” karşılıklı gerginliğin zirvesine ulaşıldı.

Öfkenin nedeni: Kurz ve Schallenberg, İsrail ile dayanışma amacıyla Hamas’a karşı Viyana’daki Federal Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı’na İsrail bayrağını çektirmişlerdi.

Şaşırtıcı yakınlık

Ama artık bunların hepsi geçmişte kaldı: Viyana ile Ankara arasındaki yakınlık bugün uzun zamandan beri olduğundan daha iyi. 2021 yılından bu yana, ikili ilişkilerin şaşırtıcı bir şekilde gevşemesine katkıda bulunan temaslar ve ziyaretler şeklinde bir gelişme oldu.

TBMM Başkanı Mustafa Sentop’un 2021’de Ulusal Konsey Başkanı Wolfgang Sobotka’nın davetlisi olarak Viyana’yı ziyaret etmesi ve yakınlaşmayı resmi bir düzeye taşıması, parlamentolar arası görüşmelerle sonuçlandı. 2022 yılı mayıs ayında ise, Avusturya Parlamentosu Dostluk Grubu TBMM’deydi. Federal Cumhurbaşkanı Aleksandr Van Der Bellen’in Erdoğan ile yaptığı uzun bir telefon görüşmesi, diğer şeylerin yanı sıra, Efes’teki kazıların yeniden başlatılmasına yol açtı. Şansölye Karl Nehammer ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı ile her biri yaklaşık bir saat süren birkaç telefon görüşmesi yaptı.

29 Haziran 2022 tarihinde, Nehammer ve Erdoğan Madrid’deki NATO zirvesinde yüz yüze bir araya geldi.

Sobotka, daha önce Ankara’da Türkiye Cumhurbaşkanı ile bir saatlik bir baş başa görüşme gerçekleştirmişti. Viyana Belediye Başkanı Michael Ludwig, “Avusturya ile Türkiye arasındaki devlet ilişkilerinin yeniden geliştirilmesine yardımcı olmak” amacıyla Erdoğan’la İstanbul’da bir araya geldi.

2022 Temmuz ayı başında Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg ve İçişleri Bakanı Gerhard Karner, yasadışı göç ve Ukrayna savaşının sonuçları gibi konuları konuşmak için Ankara’daydı.

Rusya Ukrayna savaşının sonuçları, Avusturya’da enerji sıkıntısı olarak hissedilmiş ve bölgede her iki ülkeyle somut görüşmeler yapabilen Türkiye’nin önemini artırmıştır.

Ülkelerin çıkar ilişkilerinde duygu aramak gibi bir yanılgıya girmek tabi ki bizim işimiz değil. Ancak Avusturya’da yaklaşık 320 bin Türkiye kökenlinin yaşadığını düşünecek olursak ve yine ana vatana olan duygusal bağları, Avusturya’ya olan vefa borçları gibi ikilem yaratan ve arada bırakan duygu gelgitleri, yaşanılan diplomatik iniş ve çıkışların en büyük bedeli ödeyenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarafı da unutmamak gerekmektedir…

Büyükelçi Ozan Ceyhun faktörü

2020 Şubat ayının başında, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, 2011 yılından beridir kısmen ve bazen fiilen sorun yaşanan Avusturya’ya yeni bir büyükelçi atandı.

“Bütün Dünyadan Özür Diliyorum, Ah Şu Biz Kara Bıyıklı Türkler ve Ah Şu Biz Göçebeler” ve yine “Babam ve Oğlum” gibi kitabın ve toplamda 39 esere imza atan Demirtaş Ceyhun’un oğlu Ozan Ceyhun, T.C. Viyana Büyükelçisi olarak görevlendirilmişti.

O güne kadar, Demirtaş Ceyhun’un bir oğlu olduğundan bile haberi olmayan cahil benliğim, bunu atamanın yarattığı yankıları araştırırken öğrendim.

Ozan Ceyhun üzerine varsayımlardan oluşan çok sayıda haberlerin yapıldığı o günlerde, Büyükelçi hakkında direk hiçbir haber yapmadığımız halde, Ceyhun’a ithamda bulunan bütün haberler, Virgül’e ve dolayısıyla imtiyaz sahibi Adem Hüyük ismine yüklendi. Vatan hainliği gibi ithamlarla suçlanan Virgül, sorgulamayan okuyucu tarafından linç edildi. Tabi aradan gecen zamanla, Virgül ve imtiyaz sahibi şahsiyetin bu tür kaynağı belli olmayan haberleri yaymadığı anlaşıldı. Tabi ki bu sürecin bir bedeli vardı ve bu bedeli Virgül ödedi… Kimse Virgül’e bir bedel ödemese de….

Bazı çevrelerde sancılı süreç yaşatan büyükelçi atanmasından sonra, Türkiye-Avusturya arasındaki diplomatik ilişkilerde gözle görülür bir değişiklik, konjonktürel dalgalanmaların da beraberinde iyileşmeye yönelik bir ivme kazandığı hissedildi. Bu ilişkiler o kadar olumlu gelişti ki en uç noktalardaki ideolojik çevrelerce bile görmezden gelinemedi.

Uzun zamandır kötü giden Avusturya Türkiye ilişkilerinin iyiye dönüşmesi, iki ülke arasındaki kötü ilişkiden, siyasi ve finansal çıkar bekleyen çevrelerce kabul görmesi kolay olmadı.

Öte yandan günlük yaşantısında iki ülke arasında iyi gitmeyen diplomatik ilişkilerin ayrımcı sonuçlarını yaşayan Türkiye kökenliler, yerleşik hayat sürmek istedikleri Avusturya’da güvende olmadıkları hissiyatıyla bir süre yaşamak zorunda kaldılar.

Ankara-Viyana ilişkilerinin kötü sonuçları, yerel bir aile doktoruna kadar yansımış, “Erdoğan’ı destekleyen gelmesin” gibi faşist ve ırkçı yaklaşımların sergilenmesine neden olmuştu.

Bu gibi ırkçı ve ayrımcı yaklaşımları destekleyen çevreler, Türkiye-Avusturya arasındaki iyi diplomatik ilişkileri, yeni atanan büyükelçi üzerinden baltalamaya çalışmışlardır.

Bizim için atanan büyükelçinin isminin bir önemi yoktu. Ancak, 60 yıl önce geldiğimiz bir ülkede de yok sayılmak istemiyorduk. Her ne kadar var olmak için bir çaba harcamamış olsak da var olan bir emek, somut olarak ortadaydı.

Der Virgül büyükelçilikle iyi ilişkiler içerisinde söylemleriyle, Virgül’ün Avusturya’da ulaştığı önlenemez saygınlığına “yandaş” ithamıyla kara çalmak isteyenler şunu bilmeli ki Büyükelçi Ozan Ceyhun’la en çok ters düşen ve hatta yılı aşkın sürece, elçilikten yapılan haber akışından mahrum bırakılan yine Virgül olmuştur. Elçilik 4. Viyana bölgesindedir, sorabilirsiniz…

Virgül 2020 yılından sonraki süreci doğru görmüş ve analiz etmiştir

Avusturya’daki T.C. Viyana Büyükelçiliğini, ilk defa bir Avusturya Cumhurbaşkanı, Avusturya Ulusal Meclis Başkanı ve ilk defa Entegrasyondan yani bizden sorumlu olan bir bakan ziyaret etmiştir.

Öte yandan, Avusturya’ya atanan Türk büyükelçi, ilk defa ülkenin bütün eyalet valileriyle randevu almış ve onlarla görüşmüştür. Ve yine, Graz kentinin Komünist [KPÖ] belediye başkanıyla birlikte iftar programı gerçekleştirmiş, Graz’da yaşayan vatandaşlarına, komünizmin sizin dininizle bir derdi yok, sizi tanıyan, sizin için iş yapan belediyenin arkasında durun mesajı vermiştir.

Burada büyükelçiye güzelleme yapmak değil amacımız. Virgül esas okuyucu olan Avusturya’da yaşayan sizlere hesap vermekle hükümlüdür.

Avusturya’da bizi temsil ettiğini iddia edenlerin konformist yaklaşımı

Avusturya’da daha rahat ve ayrımcılığa uğramadan yaşamamız için, siyasi alanda daha doğru ve güçlü temsil edilmemiz gerekmektedir.

Avusturya’nın genel ve federal, AK, WKÖ gibi seçimlerinde, meclis oluşturan demokratik oluşumlarda temsil edilmemiz ve savunulmamız, seçtiğimiz bireylerden çok ne kadar seçme ve seçilme hakkımızın kullanılmasına bağlıdır.

Şayet Türkiye Avusturya diplomatik ilişkilerinin rüzgarına kapılmak istemiyorsak, bu ülkede güçlü bir temsil seçiciliği yapmalı, konformist yaklaşım sunan ve sizi aşağıda cahil seçmen olarak güren, Avusturya siyasi partilerce özellikle seçilen ve proje olarak tanımlanan adaylardan uzak durmalı ve söylemleriyle yaşam biçimi çelişen adaylara tavır almalıyız.

Alacağımız karşı duruşa, strateji ve taktik geliştirecek birçok sivil toplum kuruluşlarımız mevcuttur. Ve yine satılmamış siyasetçi yetiştirme kudretine sahiptirler.

Sonuç olarak, Türkiye Avusturya ilişkileri bizim dışımızda değişkenlik göstermeye devam edecektir. Ve yine söz konusu olduğu için dile getiriyorum, mevcut büyükelçi görev süresi bittiğinde ülkeye dönecektir. Biz birilerinin düşman birilerin kurtarıcı olarak tanımladığı, atanan ve ya seçilenlerin iyi/kötü niyetlerinin kurbanımı olacağız?

Biz ana özneyiz… Biz varsak, bizim üzerimizden yazılan senaryo vardır.

Türkiye sevdası, Avusturya vefası… Hiç fark etmiyor, bizi iki başlı duygu arasında bırakmayacak kurtarıcı, kendi kollarımızdır… | ©DerVirgül

Yayınlama: 14.05.2024
Düzenleme: 15.05.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.