Affetmek ya da Affetmemek mi?
Sanal alemde dolaşırken şu sözle karşılaştım:
“Affetmeye çalışma, boş verin. Herkes her şeyi bilerek, isteyerek, hatta gözünüzün içine bakarak yaptı. Üstelik tüm bunları yaparken utanmadıkları gibi kendilerini iyi, sizi kötü biri ilan ettiler.“
Öyle bir zamandayız ki; yaptıklarımız, yapacaklarımız, geleceğimiz, geçmişimiz ve bunlarla birlikte bize yapılanlar hallaç pamuğu gibi dağılmış durumda. Sonra bu dağınıklıklar bir araya getirilip harmanlanıyor ve biz, kendimizi kaybetme noktasında nasıl hareket edeceğimizi, nasıl bir dünyada yaşayacağımızı bilemez hâle geliyoruz. Kimi affedeceğimiz, kimi affetmeyeceğimiz birbirine karışmışken, “Affetmek büyüklüktür” şiarıyla büyümüş insanlar olarak hangi yöne gideceğimiz bir muammaya dönüşüyor. Bu belirsizlik içinde, önce yaşamımız boyunca çektiğimiz çileleri, üzüntüleri, kederleri ve yaşanmışlıkları düşünerek, önce kendimizi affetmemiz gerektiği bilincine varmamız gerekiyor.
Geçmişte yaşadığımız ya da yaşattığımız durumlar bir gün karşımıza çıkar. Hayatın sillesiyle sarsıldığımızda, kimi affedeceğimizle kimi affetmeyeceğimiz birbirine karışır.
Bu yüzden şu gerçeği iyi bilmek gerekir:
Hak etmeyen insana hak ettiği gibi muamele etmezsek, bir gün karşımıza dikilir ve bizi un ufak eder. Ama biz o durumun farkına bile varamayız.
Peygamber Efendimiz’in bir sözü var:
“Kırdığın kalbe iyi bak, bir gün ona yolun düşecek…”
Bilerek ya da bilmeyerek kırdığımız o kadar çok kalp var ki… Bu kalp kırıklıkları içinde vicdan muhasebesine girdiğimizde, önce affetme potasında olup olmadığımızı sorgulamamız gerekir. Affetmenin büyüklüğü altında ezilmek mi, yok olmak mı? Esas mesele burada yatıyor.
Affetmeyi bilmedikçe, geçmişin kalıntıları ve kırgınlıkları içinde, mutsuzluğun pençesinde bir hayat süreriz. Ne kadar mutlu olabileceğimizin ya da olamayacağımızın farkına varamayız.
Pişmanlıklarımız bizi ileriye götürmez. Önce onlarla yüzleşip ders çıkarmamız gerekir ki, geleceğe güvenle bakabilelim ve yeniden aynı hataları yapmayalım.
Unutmamalıyız:
İnsanlar, menfaatlerine ters düştüğünde iftira da atacak, çekemeyecek, seni alaşağı etmek için her türlü düzenbazlığı yapacaklardır.
Eğer şu algı oluşmuşsa:
“Ben her kötülüğü yaparım, iftira atarım, o kişi nasıl olsa büyüklük gösterip affeder…”
İşte o zaman, sen artık kullanılıyorsun demektir. Ve affetmenin hiçbir anlamı kalmamıştır.
Geçmişte yaşanan kötülükleri affedip affetmemek konusunda insanın kendine soracağı soru şudur:
“Geçmişe takılı kalıp bunlarla cebelleşmek mi, yoksa bu döngüden çıkmak mı?”
Çünkü bu tür bir kısır döngü, psikosomatik olarak daha iyi günler yaşanacağı anlamına gelmez.
Şunu bilmek gerekir:
Hiçbir şeyin sağlıktan daha önemli bir yanı yoktur.
Affetmekle bir şey kaybetmeyiz — ama hak edene, hak ettiği değeri vermek şartıyla.
Kuruntularla, takıntılarla hayatın sonu gelmez. Hiç kimsenin umurunda olmayan bir boşlukta affedip affetmemeyi değil, kendimizle barışık hâlde yaşanmışlıkları ve yaşanacakları göz önünde bulundurarak affetmeyi denemek en mantıklı yoldur.
Geçmişteki akrabaların ya da kişilerin bize veya başkalarına ettiği “ahlar”dan kurtulmak için, herkesi affetmek bir kapı, bir yoldur. O yüzden kırılan bir kalbi tamir edip, her şeyi affetmek bizi daha sağlıklı bir yapıya kavuşturur.
Geleceğimizin aydınlık yarınlarına umutla bakabilmek dileğiyle…
Affetmenin verdiği huzurla.