Avusturya’da 14 Yaşına Kadar Başörtüsü Yasağı | Kim Haklı?
Sabah okula giden bir kız çocuğu… Başörtüsü takıp takamayacağını henüz seçemiyor; ailesi kendi inanç ve değerleri doğrultusunda yönlendiriyor, devlet ise yasa ile sınırlar koyuyor.
[Avusturya’da 14 yaş altındaki kız çocuklarının başörtüsü yasağı örneğinde olduğu gibi]
Hükümet, bunun çocukları korumak ve kendi seçimlerini yapabilmelerini sağlamak için gerekli olduğunu savunuyor. Müslüman topluluklar ise, yasağın kız çocuklarını toplum içinde farklı veya “uyumsuz” bir grup olarak göstermesi nedeniyle onları damgaladığını ve aynı zamanda dinî özgürlükleri ile kültürel kimliklerini yaşama haklarını ihlal ettiğini öne sürüyor.
Peki kim haklı?
Başörtüsü birçok aile için sadece dini bir gereklilik değil, kültürel bir mirastır [hem aidiyet hem de kuşaktan kuşağa geçen bir gelenek]. Onlara göre, çocuklarını bu şekilde yetiştirmek hem aile bağlarını güçlendiriyor hem de toplum içindeki aidiyetlerini pekiştiriyor.
Felsefi açıdan bakıldığında ise çocukların kendi iradeleri ön planda olmalı. 14 yaşın altındaki bir çocuğun henüz kendi seçimlerini bilinçli şekilde yapamayacağı, ancak üzerinde baskı hissetmeden yetişmesi gerektiği de bir gerçek [Kantçı etik perspektifinden bireyin otonomisi önceliklidir].
Marksist bir bakış açısıyla ise başörtüsü meselesi sadece bireysel veya dini bir tercih değil, toplumsal ve ideolojik bir çatışma olarak görülür [Aile, kendi kültürel ve sınıfsal değerlerini çocuklara aktarmaya çalışıyor; devlet ise egemen ideolojiyi dayatarak toplumsal normları pekiştiriyor].
Bu perspektife göre hem aile hem devlet, çocuğun üzerindeki baskının aracı hâline gelmiş oluyor. Çocuğun özgürlüğü, yalnızca bireysel irade ile değil, hangi ideolojik ve toplumsal yapıların etkisi altında büyüdüğüyle de şekilleniyor. Dolayısıyla Avusturya’daki yasa, Marksist açıdan yalnızca bir çocuk hakları meselesi değil; sınıf, kültür ve ideoloji arasındaki karmaşık bir çatışmanın görünür hâli olarak değerlendirilebilir.
Somut gerçekler ise Avusturya devletinin rolünü kritik bir öneme taşıyor. Okulları tarafsız ve güvenli bir gelişim alanı hâline getirmek; devletin, kendi anayasasına göre görevi olduğu ve sekülerizmin benimsendiği ülkede yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Bu gerçeklik, başörtüsünü “baskının bir simgesi” olarak tanımlayan hükümetin yanıtlaması gereken önemli bir soruyu doğuruyor:
Yasak gerçekten özgürleştiriyor mu, yoksa dini ve kültürel özgürlükleri kısıtlıyor mu?
[Eleştirmenler, yasağın çocukların dini yönelimini etkilemek için kullanıldığını söylüyor]
Diğer yandan, ekonomik ve politik bağlam da göz ardı edilemez. Eleştirmenler, Avusturya hükümetinin başörtüsü yasağını gündeme getirmesinin, ekonomik kriz dönemlerinde dikkatleri asıl sorunlardan uzaklaştırmak için bir araç olduğunu ifade ediyor [2019’da benzer bir tartışma, kriz ve göçmen politikaları bağlamında gündeme gelmişti]. Bu perspektife göre yasa, yalnızca çocuk hakları veya kültürel normlarla ilgili değil; siyasi ve ekonomik manipülasyon aracı olarak da işlev görüyor.
Kim haklı sorusu belki de tek yanıtı olmayan bir soru. Aileler çocuklarını inançları doğrultusunda yetiştirmek istiyor; devlet yabancısı olduğu bir dini uygulamayı demokrasiye atıfta bulunarak anti-demokratik bir korumacılık peşindeyken, felsefi perspektifler çocukların kendi seçimlerini yapabilmesini savunuyor. Bu bağlamda haklılık, hangi değeri önceliklendirdiğimizle ilgili: bireysel özgürlük mü, toplumsal ve kültürel aidiyet mi [her iki taraf da baskı uyguluyor].
Belki çözüm, yasaklarda değil, çocukların bilinçli ve özgür karar verebileceği bir ortam yaratmakta yatıyor. Avusturya’daki bu tartışma, yalnızca başörtüsü meselesi değil; çocuk hakları, kültür, din ve ekonomik-politik güç arasındaki hassas dengeyi de gözler önüne seriyor.
[Hakikati bulmak için önce çocukların sesini duymak gerekiyor]
Coğrafyanın insan üzerindeki etkisi, Babil ve Sümerlerden günümüze kadar devam ediyor. Zira tarih boyunca toplumlar, insan davranışlarını farklı biçimlerde yorumladı.
Bir toplumda çocuğunu dövmek terbiye aracı olarak kabul görürken, başka bir toplumda aynı davranış işkence olarak nitelik kazanabiliyor artık…
[Kültürel ve tarihsel bağlamın belirleyici rolü burada ortaya çıkıyor]
Bu tartışma, sadece bir yasa veya dini tercih meselesi değil; farklı değerlerin, kültürel normların ve politik çıkarların çarpıştığı bir aynadır. Çocuğun sesini duyurabileceği bir toplum ve eğitim sistemi, belki de tek gerçek çözümün anahtarıdır. Yasağın kendisi değil, çocukların bilinçli ve özgür iradesine saygı gösterecek bir ortam yaratmak, uzun vadede daha kapsayıcı ve adil bir yaklaşım sunacaktır.