Bir Gazetecinin Sessizlik Deneyi

Adem Hüyük, Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Türk gazetecidir. Gazetecilik kariyerinde, Avusturya'daki Türk toplumu, göçmen politikaları ve Avrupa'daki Türk diasporası üzerine analizler kaleme almıştır. ****Deutsch: Adem Hüyük ist ein türkischer Journalist, der in Wien, Österreich lebt. In seiner journalistischen Laufbahn hat er Analysen über die türkische Gemeinschaft in Österreich, Migrationspolitik und die türkische Diaspora in Europa verfasst.

Her şeyden önce belirtmeliyim ki, bu makaleyi kaleme alırken henüz dört günlük geriye dönük bir haber taraması yapmadım. Bunun nedeni, yazının daha nesnel ve özgün olmasını istememdir.

Doktor tavsiyesi üzerine dört gün boyunca hiçbir haberi okumadım, hiçbir haber yazmadım. Bu süre içinde ne bir makale kaleme aldım ne de güncel gelişmeleri takip ettim. Cep telefonunu yalnızca zorunluluk hâlinde kullandım, bilgisayarı ise hiç açmadım.

Dört gün boyunca kendimi gelişmelerden izole etmemin sağlık açısından ne gibi sonuçlar doğurduğundan bağımsız olarak, bu süreç bana farkında olmadan daha derin bir sorunumuz olduğunu gösterdi.

Yakın çevremin bu uygulamaya “beni düşünerek” tam destek vermesi anlaşılır bir durumdu. Fakat onların şu cümlesi düşündürücüydü:
“Zaten biz sadece Virgül’ü okuyoruz, aksi takdirde haber takibi bizi olumsuz etkiliyor. Bu yüzden gündemi pek takip etmiyoruz.”

Bu ifade, bireysel bir yorumu aşan, toplumsal bir ruh hâline işaret ediyor. Uzmanlara göre, sürekli olumsuz içeriklerle karşılaşmak bireylerde psikolojik bir tükenmişlik yaratıyor. İnsanlar artık gündemi takip etmekle duygusal bir yük taşımak arasında sıkışıyor. Araştırmalar, özellikle kriz dönemlerinde haber tüketiminin hızla arttığını; ancak bu yoğun bilgilendirme sürecinin bir süre sonra tedirginlik, endişe ve güvensizlik duygularını beslediğini ortaya koyuyor.

Buna ek olarak, hızlı tüketim alışkanlığından doğan sistemin yapısal baskısı medyanın toplumdaki işlevini zayıflatıyor ve insanların haberi eleştirel biçimde tüketmesini zorlaştırıyor. Bu durum, Korona salgını döneminde belirginleşmişti; ancak en bariz örneğini günümüzde Filistin’de yaşanan gerçeklikte görüyoruz. Bütün bu etkenleri göz ardı etmiyorum… 

Ancak yadsınamaz bir gerçek daha var: Tarih boyunca haber almanın önemi, hayatta kalmayı sağlamak, toplumsal düzeni korumak, ekonomik ve politik kararları desteklemek ve toplumsal farkındalığı artırmakla şekillendi. Her dönemde haber, güç, güven ve bilgiyle doğrudan bağlantılı olmuştur.

En büyük yanılgımın yeniden farkına vardım.

Birkaç yıl önce yaşadığım bir diyalog geldi aklıma. İyi bir kişiliğe sahip, ancak kendisiyle dolaylı ilişkiler üzerinden tanıştığım ve aynı ilişki ağı içinde sürdürdüğüm bir kişi, çevresini etkileyebilecek bir etkinliğini bana heyecanla anlatıyordu.

Anlattığı şeyler hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama o, benim bildiğimden o kadar emindi ki, bakışlarımdaki merakı bile fark etmiyordu. Dayanamadım, kibarca sordum:
— Neden bahsediyorsunuz? Ben kaçırmışım galiba…

Yanıt kısa ama anlamlıydı:
— Facebook’ta paylaştım ya, unuttun mu?

Burada anlatmak istediğim şey, o kişinin bana dair bir kanaatine dayanıyordu: Benim onun sosyal medya hesabını takip ettiğimden emin olma özgüveni.

Bu örnekten yola çıkacak olursam, benim de en büyük yanılgım, herkesin benim gibi gündemi takip ettiğini veya etmesi gerektiğini düşünmemdi.

Bu yanılgı beni tutarsız bir beklentiye itti ve sonuçta büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü herkesin bilgiye aynı kanaldan, aynı tempoda, aynı hassasiyetle ulaşmadığı gerçeğini uzun süre görmek istemedim. Oysa bu, çağımızın en belirleyici farklarından biri.

Bazıları için bilgi bir gereklilik, bazıları içinse bir yük. Ve ben, uzun yıllar boyunca bilginin paylaşılmadığı her sessizliği bir eksiklik sanmışım. Oysa bugün görüyorum ki kimi sessizlikler bir tercihtir. Kimileri sustuğu için değil, artık duymak istemediği için sessizdir.

Bugün geriye dönüp baktığımda, sadece habere değil, haberi takip eden insana da başka bir gözle bakıyorum. Biz gazeteciler çoğu zaman insanın haberden uzak durmasını ilgisizlik olarak yorumluyoruz. Oysa belki de bu, bir savunma biçimi; ruhunu korumanın, gerçekliği kendi zamanında sindirmenin bir yolu.

Bilgi, bir hak olduğu kadar bir yük de olabiliyor. Her gün onlarca trajediye tanıklık eden okur, bir noktadan sonra sadece habere değil, habercinin diline de duyarsızlaşabiliyor. İşte bu noktada medyanın dili, gerçeği görünür kılmak yerine görünmezleştiriyor. Çünkü sürekli bağıran bir dünya, sonunda kimseye hiçbir şey anlatamıyor.

Belki de bu yüzden sessizlik bazen bir kaçış değil, bir tür denge arayışıdır. Ben bu dört günde bunu hissettim. Ekranların ışığı sönünce, kendi iç sesim daha net duyuldu. Ve o ses şunu söylüyordu:
“Haber, insanın ruhunu yaralamadan da anlatılabilir.”

Gazetecilik, gerçeği bağırarak değil, duyurarak anlatma sanatıdır. Belki de Virgül’ün farklı olmasını istememin nedeni tam da burada gizli: Okuruna gürültü değil, anlam sunmak.

Yayınlama: 06.10.2025
Düzenleme: 06.10.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.