Kolay gelsin diyemediğimde | “Kolay gelsin” Almanca ‘da yok
Avusturya’ya taşındıktan sonra, marketteki kasiyere, otobüs şoförüne ya da yol çalışması yapan işçilere içimden hep “kolay gelsin” demek geldi.
Ama kimse bu cümlenin Almancasını söyleyemedi… Çünkü yoktu.
Çevremdeki insanlar Almancayı günlük yaşamın pratik kalıplarıyla konuşuyordu. Burada doğanlar ise dili mükemmel kullanmalarına rağmen, Türkçedeki “kolay gelsin”i çeviremiyordu. En yakın ifade belki [Viel Erfolg] – “başarılar” – ama bu fazla resmî; [Schönen Arbeitstag] dersen, kulağa yapay geliyor. Sanki fazla iyi dilekte bulunuyormuşsun gibi.
Mahlzeit Almanca’daki en yakın örnektir. Birisi ofiste, fabrikada ya da inşaatta çalışırken yanından geçiyorsan, “Mahlzeit!” diyebilirsin — bu, “Yemek vakti yaklaşıyor”, “Afiyet olsun” ya da “Kolay gelsin” arasında bir ton taşımaktadır. Yani duygusal ve anlam derinliği açısından “kolay gelsin”in tam karşılığı değildir. Ama kültürel işlev olarak, yani “çalışan birine minik bir nezaket göstermek” bakımından, Mahlzeit Almanca’daki en yakın örnektir.
Oysa Türkçede “kolay gelsin” sadece bir söz değil. Karşındaki insana “senin emeğini görüyorum” demenin yolu. Kısa, sade ama derin bir saygı ifadesi. Tanımadığın birine bile, bir saniyeliğine “emeğini fark ettim” diyorsun. Almanca ‘da bunu söylemek istediğinde ise kelimeler yetersiz kalıyor. Bu, dildeki bir boşluk değil — bir hissin eksikliği.
Geçenlerde bir temizlik görevlisiyle göz göze geldim. Sırtında ağır bir çanta, elinde paspas vardı. Türkiye’de olsaydım, refleks olarak “kolay gelsin” derdim. Ama burada sadece gülümsedim. O da gülümsedi, sonra başını eğip işine devam etti. İçimden “keşke diyebilsem” dedim.
Yazışmalarda da aynı farkı hissediyorum. Türkçe konuştuğum kurumlarla mesajlaşırken, her iki taraf da cümlesini “kolay gelsin” diyerek bitiriyor. Bu küçük kelime, iletişimin içine insan sıcaklığı katıyor.
Bir kelimenin çevrilememesi sadece dil farkı değildir. “Kolay gelsin”i Almanca ‘ya çevirememek, aslında başka bir şeyi gösteriyor: Türkiye’de özellikle emek veren insanlara yöneltilen o küçük nezaketin, burada daha az görünür olmasını.
Belki burada işler düzenli, sistem tıkır tıkır işliyor; ama aradaki o insani sıcaklık eksik.
Göçmen topluluklar arasında bu fark daha da belirgin. Avusturya ve Almanya’daki Türkler, çoğu zaman “kolay gelsin”i Almanca konuşurken bile Türkçe söylemeye devam ediyor. Çünkü karşılığını bulamıyorlar. Bu da Türkçenin gündelik hayatta hâlâ bir duygusal alanı koruduğunun kanıtı.
Sonuçta “kolay gelsin” sadece bir söz değil – bir kültürün, bir nezaket anlayışının ifadesi.
Çevrilememesi, onun eksikliğinden değil; aksine taşıdığı duygusal yoğunluktan kaynaklanıyor.
Belki de bazı kelimelerin anlamı, çevrilmeden de geçer kalpten kalbe.| ©DerVirgül