Sevmeyi Zaman Yolculuğunda Kaybetmemek
Dostoyevski bir sözünde şöyle der:
“Sevmek, güzel birinde aşkı aramak değil; o kişide, bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”
Hayat, insana öyle oyunlar oynar ki bu oyunların içinde kaybolmamak neredeyse imkânsız. Kimi insan zamanın boşluklarından sıyrılıp kendini bulurken, kimi de bu boşluklarda kendini kaybeder. Ardından, tüm bir ömrü, kendini bulma çabasıyla geçirir. Ama çoğu zaman bu mücadele beyhude bir uğraşa dönüşür. İnsan bir bakar ki, ömür sona yaklaşmış.
Doğduğumuz andan itibaren sevmeyi, sevilmeyi, değerli hissetmeyi ve saygı duyulmayı isteriz. Kimi bu duygularla yüzerek karaya çıkar, kimi de boğularak kör kuyulara atılır, sessizce yok olur gider.
Zaman, acımasızdır. Ne geçmişi geri getirebilirsin ne de izlerini tamamen silebilirsin. Geçmişin ağırlığı, insanın ayaklarına pranga gibi dolanır. Ancak insan bu prangalardan kurtulabildiği ölçüde, o kör kuyular artık engel olmaktan çıkar. Sevgiyle yoğrulmuş bir dünyada, hayatın en güzeli yaşanır.
Aşık Veysel ne güzel demiş:
“Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa…”
Aşk ve sevgi, karşımızdakinin bize gösterdiği değerle anlam kazanır. Sadece güzel birini sevmek değildir mesele; o kişide, bir zamanlar kaybettiğimiz “kendimizi” yeniden bulmaktır. Bu da zaman yolculuğunda anı yakalayabilmek, çıkmazlara sürüklenmeden ve zamanın girdabında kaybolmadan kendi yolunu bulabilmektir.
Mümin Sarıkaya’nın şarkısında söylediği gibi:
“Ben yoruldum hayat, gelme üstüme…”
Hayatın ağırlığı altında ezildiğimizde bile sevmeyi bırakmamalıyız. Çünkü sevmeyi zamanın içinde kaybettiğimiz an, artık ne zamanı geri alabiliriz ne de olanları düzeltebiliriz.
Zamanı “keşke”lerle, “ah”larla zehir etmeyelim. Hayat su gibi akar ve yolunu bulduğu anda kimseye sormaz; çatlağı bulduğu yerden akar gider.
Unutmayalım: Sevgi kazanılan bir şey değil, yaşanandır. Geçmişin karanlığında boğulmaktansa, geleceğin aydınlığında yoğrulmak en güzelidir.
Sevgiyle kalın…