Terörsüz Türkiye Girişimi’ne Giden Yol, Avusturya’dan Geçecek mi?

Adem Hüyük, Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Türk gazetecidir. Gazetecilik kariyerinde, Avusturya'daki Türk toplumu, göçmen politikaları ve Avrupa'daki Türk diasporası üzerine analizler kaleme almıştır. ****Deutsch: Adem Hüyük ist ein türkischer Journalist, der in Wien, Österreich lebt. In seiner journalistischen Laufbahn hat er Analysen über die türkische Gemeinschaft in Österreich, Migrationspolitik und die türkische Diaspora in Europa verfasst.

Editörün notu: “Bu makalede geçen ulus isimleriyle yapılan övgü, eleştiri veya yorumlar, ilgili ulusun tamamını kapsamaz; yalnızca makalenin içeriği bağlamında değerlendirilmelidir.”

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye Girişimi” ile yeni bir dönemden söz ediliyor. Üst düzey yetkililer çatışmanın biteceği, yeni bir sayfa açılacağına dair umutlar veriyor. Ne güzel.

Ama bir dakika…

Bu işin asıl zor kısmı Ankara’da değil, Viyana’nın ara sokaklarında, kahvehanelerinde, derneklerinde ve aile sofralarında başlayacak. Çünkü mesele şu: Türkler ve Kürtler, aynı şehirde yaşayıp birbirinin yüzüne bakmaktan hâlâ kaçıyor.

Taraflar anlaşıyor, masa kuruluyor, barış deklarasyonları yayınlanıyor. Ama Viyana’daki sıradan vatandaş hâlâ yıllar önce bırakılan öfkeyi sırtında taşıyor. Kimse de bu yükle yüzleşmeye cesaret edemiyor.

Binlerce insanın hayatını kaybettiği bir savaş yaşandığını somut olarak kabul etmekle başlamak zorundayız; barışa giden yol da buradan geçiyor.

Kimse itiraf etmiyor ama gerçek bu: Viyana’da çok insan, karşı tarafla masaya oturmaktan bile çekiniyor. Sanki yan yana gelmek bir suç, bir ihanet gibi. Aynı mahallede yaşıyorlar, aynı fabrikada çalışıyorlar, çocukları aynı okula gidiyor. Ama iki topluluk arasında görünmez bir duvar hâlâ sapasağlam duruyor.

Barışı devlet kurmaz. Barışı insanlar birbirine alışarak kurar. Ama alışmak için önce yaklaşmak gerekiyor. İşte o cesaret yok.

Türkler, Kürtlerin yaşadığı acıları dinlediğinde savunmaya geçiyor. Kürtler, Türklerin kayıplarını duyduğunda mesafe koyuyor.

Birinin acısını kabul etmek, ötekinin acısını küçültmez. Ama yıllardır bize bunun tam tersini öğreten bir siyasal kültür var. Şimdi de aynı kültür diasporaya yerleşmiş durumda.

Gerçekle yüzleşmeden hiçbir toplum iyileşmez.

Bugün gençler, kendi yaşamlarında görmedikleri çatışmaların kavgasını veriyor. Çünkü aileler kızgınlıklarını, kırgınlıklarını, korkularını paketleyip çocuklara miras bırakıyor.

Bu zinciri kıracak olan yine gençler. Ama onlara bu alanı açmak gerekiyor.

Diaspora Medyası ve Ayrışma

Diaspora medyasının büyük kısmı, Türkiye’deki tartışmaların daha sert bir kopyasını üretmekten başka bir şey yapmıyor. Herkes kendi mahallesine yayın yapıyor; o mahallenin dışında kimse yayınları izlemiyor. Sonra da “neden konuşmuyoruz” diye şaşırıyoruz.

Barış, bağırarak değil, bakışarak başlar. Medya bunu hâlâ anlamış değil.

Viyana İçin Zor Ama İmkânsız Değil

Evet zor. Evet, yılların öfkesi bir günde silinmez. Evet, bir araya gelmek kolay değil.

Ama unutmayalım: Bu şehirde Türkler ve Kürtler beraber işe gidiyor, aynı marketten alışveriş yapıyor, aynı otobüse biniyor. Barış aslında sessizce hep vardı; düşmanlık yapmaktan kimse farkında değildi.

Viyana’daki barışın önündeki en büyük engel düşmanlık değil. Engel, o düşmanlıkla yüzleşmeye cesaret edemeyenlerdir.

Kendi Deneyimim ve Gözlemlerim

Ölümlerin yaşandığı bir savaşın taraflarını yasal anlamda barıştırmak kolay olabilir. Bir protokol imzalanır, birkaç madde yazılır, “anlaşma sağlandı” denir ve işler bitmiş gibi görünür. Ama tarafların yıllarca biriktirdiği acıyı ve bilinçli olarak ekilmiş düşmanlık tohumlarının siyah çiçeklere dönüşmesini engellemek… İşte o, bir protokole sığmaz. Güllerin, papatyaların veya lalelerin açmasını beklemek belki onlarca yıl sürecek.

Benim için mesele teorik değil. Genelleme yapmadan hem Türk hem Kürt dost çevremde gözlemlediğim, her iki tarafın içinde biriktirdiği görünmez ama güçlü düşmanlık duygusu çok gerçek.

Bilen bilir: Gerektiğinde söylediğim şu cümle hem Türkleri hem Kürtleri rahatsız ederdi:
“Ben Türk olduğuma ne sevinir, ne de üzülürüm.”
Savaşın ulus kavramına yüklediği tetikleyici anlam ağır basıyordu. Bana ısrarla “Türküm” dedirtmeye çalışıyor; ona da “Kürt” yerine “Kürt kökenli” dedirtiyordu.

Yıllarca adaletli bir şekilde tarafsız kalmaya çalıştım. Her gün ilişkiler kurdum, vicdanımın ve dünya görüşümün gerektirdiği şekilde adaletli davranmaya çalıştım. Ama bu davranış, düşmanlık ekenler tarafından hoş karşılanmadı. Onlara göre tarafsızlık diye bir şey yoktu: Birine göre “TC ajanıydım”, diğerine göre “kanı bozuk Türk”.

Ev sohbetlerinde, kahvehanede, camide veya derneklerde bulunduğum bir anda haberler çatışmayı gösterse, birkaç saniye içinde televizyonun yerini benim suratım alırdı. Çatışmalarda ölenlere nasıl bir yüz ifadesi takındığımı gözlemler, buna göre dost/düşman ayrımı yaparlardı.

Ama bilmedikleri şuydu: Onların sandığı gibi PKK’yı savunmuyordum, devletin politikasına da tamamen katılmıyordum. Ben, Kürt halkının özgür sanılan Türk halkıyla eşit yasal statüye sahip olmasını savunuyordum. Bugün Türk’ü sömüren güçler, Kürt halkını ister ayrılsın ister ayrılmasın, yine sömürecekti.

Bana göre özgürlük, alt kimliklerin her şeyin önüne geçerek hükmetmesi demek değildi. Biz, Türklükle kamufle edilmiş çok darbeler yaşadık. Artık korkmaktan vazgeçin: Türkiye, Kürtçenin yasal ikinci dil ilan edilmesiyle bölünmez.

Sadece Türk olduğum için, yani bütün vasıflarım görmezden gelinerek haklarını savunduğum bir kısım Kürtler tarafından dışlandım. Ancak bu onların sorunuydu. Bilimsel Sosyalizme olan inancım, davranışlarıma yansıyor ve bu davranışlar ırkçı/ayrımcı unsurları mahkûm ediyordu. Irkçılığa karşı, ırkçı olunursa ne farkınız karlı ırkçıdan…

Evet, karışık gelebilir. Ama karışık olan ben değilim; karışık olan bu coğrafyanın vicdanı.| ©DerVirgül

Yayınlama: 01.12.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.