Uykusuz gecen gecelerin, geceye övgüsü | Işık ve Karanlık Arasında
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Şehir sessizdi.
Bir tek boş teneke kutuların metal tınısı yankılanıyordu sokaklarda.
Artık Avusturya’da da yeni bir geçim kaynağı var: çöplerden şişe ve teneke toplamak. Belki gündüz kalabalıkların gözlerinden utanıyorlar, belki de başkalarının bakışlarını kaldıramıyorlar.
Ama gecenin koynunda, ayak seslerine karışan umut kırıntılarıyla o kutuları topluyorlar.
Tam bitti derken yeniden başlayan baş ağrısı, beni sokakların karanlığına sürükledi. Her zaman olduğu gibi… Benim başım zonkluyordu, ama onların başı ağrımıyor gibiydi. Çünkü baş ağrısı diner, uykuya yenilir. Onların derdi ise uykuya da geceye de gündüze de direnen bir dertti.
Sekiz aydır, karanlık ile aydınlık arasındaki bilimsel ve felsefi farklılıkları sorgular olmuş, gecenin gündüze heba edildiğine inanmaya başlamıştım. O an düşündüm ve araştırdım; gece ile gündüz yalnızca zamanın akışı değil, insanlık tarihi boyunca tartışılmış bir metafordu.
Azerbaycanlı âlim Şihabeddin Yahya Suhreverdi [1154-1191], Orta Çağ’da gece ile gündüz hakkında ilk felsefi yaklaşımı sergileyendi. Felsefi akımlarda kullanılan iyilik ve kötülük, varlık ve yokluk kavramlarına uygun olarak ışık [gündüz] ve karanlık [gece] kavramlarını kullandı.
Öte yandan Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de ışık [gündüz] kutsallığın, doğrunun ve saflığın işareti olarak geçer. Karanlık ise bu yüksek niteliklerin tam tersi… Felsefede de dinlerde de ışık hep saflığın, kutsallığın ve doğruluğun simgesi oldu. Oysa modern şehirlerde gündüz vitrinde sergilenen bolluk, gece çöplerin arasında gizlenen yoksullukla yan yana duruyor. Gece, yalnızca uyuyanların zamanı değildir. Gece, görünmeyenlerin zamanı, çöplerin arasında umut arayanların zamanı…
Gece, bir gün gündüzden hakkını alacak — hem de çok acı bir şekilde.
Daha öznel yorumluyorum. Karanlık ve aydınlık, sıklıkla zıtlıkları, iyilik ve kötülük, bilgi ve cehalet gibi soyut kavramları temsil etmek için kullanılır. Aydınlık, genellikle iyilik, bilgi ve farkındalıkla ilişkilendirilirken, karanlık, kötülük, bilinmezlik ve cehaletle ilişkilendirilir.
Peki neden?
Yanıtı çok basit…
İnsanın doğa karşısında çaresiz kaldığı her zaman yaptığı şey kolaycılıktan ibarettir. Zira karanlıkta —yani gecede— görme yetisini kullanamayan insan, geceyi kötülemiş; gündüzü ise kutsamıştır.
Böylece ışıkla saflığı, karanlıkla kötülüğü özdeşleştirmiştir.
Siyah ile Beyaz renklerinin kullanımı da buradan bu teoriden doğmuş ve aynı tanımlamayla devam etmiştir.
Diğer bir perspektifle bakacak olursak: Oysa kâinatın tamamına gece hakimdir. Uzay karanlıktır; gündüz dediğimiz şey, yalnızca küçük bir gezegenin küçük bir yüzeyine vurmuş ışığın geçici yansımasıdır. Böyle bakınca, “ışık” insanın gözünde yüceltilmiş bir ayrıcalık, “karanlık” ise aslında kâinatın asıl hâkimi olmaya devam etmektedir.
Gece, yalnızca uyuyanların zamanı değil, görünmeyenlerin de zamanıdır… |©DerVirgül