“Hayatın Ne Getireceğini, Ne Götüreceğini Bilemezsin”

Zaman su gibi akıp gidiyor. Hayat dediğimiz şey, bazen bir dua, bazen bir telefonla altüst olabiliyor. Bugün dönüp baktığımda daha çok şunu hissediyorum: Hayat, planladığımız değil; başımıza gelenleri nasıl karşıladığımızdır.

Annemizi hastaneye götürdüğümüzde, onun cenazesini alacağımızı biliyor muyduk? Hayır.
Ama o hep derdi ki: “Ele ayağa düşmeyeyim, kimseye yük olmayayım.”
Duası kabul oldu.
Birkaç gün süren yoğun bakım sürecinin ardından gözlerini huzurla yumdu.

Morga girdiğimizde karşımızda yılların çilesini sanki bırakmış, yüzünde bir iç ferahlığıyla yatan o nur yüzlü kadın duruyordu. Gülümser gibiydi. Sanki bizi teselli ediyordu.

Kuşlar bile yalnız bırakmadı onu.
Evimizin çatısındaki kuşları her gün beslerdi.
“Bu kuşlar tabutumun başına gelir” derdi. Geldiler.
Musalla taşının yanına kadar inen o güvercinler, annemin vedasının sessiz tanıklarıydı.

Cenazesi kalabalıktı.
Tam da annemin istediği gibi…
Ama biz artık biliyorduk:
Hiçbirimiz eskisi gibi olamayacaktık.

O, bizi bir arada tutan harçtı.
Yetim büyümüş çocuklarını, birbirine dua ile bağlayan bir bağdı.
Ve o bağ koptuğunda, içimizde bir eksilme başladı.
Tam 11 gün sonra abimizi kaybettik.
Annem hep onun için dua ederdi: “Yeter ki gelsin.” Gelmezdi.
Ama öldükten sonra geldi.
Kabul olunmuş bir duanın son perdesi gibiydi…

Derken başka bir telefon:
“Abi yetiş, Bekir ölüyor.”
Ne diyeceğimi bilemeden gittim.
Ambulans gelmişti ama o istememişti.
İnatçılığımızdan tanırız birbirimizi.
Acilde kimseyi almıyorlardı. Gizlice yanına girdim.
Elleri yana düşmüştü. Korktum. Elini tuttum. Birden gözlerini açtı.
Yanlış tedavi, yanlış ilaç… Az kalsın elimizden gidiyordu.

Sonra bir başka haber:
Aynur ablam aradı, “Korkmayın, Adem ufak bir şey geçirdi” dedi.
Ama meğer beyne pıhtı atmış, ameliyat olmuş.
Haberleri gazeteden öğrenmeyelim diye saklamışlar.

Hep derdik ya: “Adem’e bir şey olmaz.”
O içine atmaz, söyler. Takmaz.
Ama meğer görünmeyen yükler taşırmış omzunda.

Adem’in değiştiğini, sessizliğini bir araba yolculuğunda anladım.
Kalabalık içinde birden bunalıp arabayı yumrukladı.
İnmek istedi.
O an anladım ki, bu sıkışıklık bedende değil, ruhtaydı.

Arada oğlum evlendi, 7 ayda boşandı.
Kızım şimdi evlilik hazırlığında.
Ayşe’nin parmakları kangren oldu, iki parmağı kesildi…
Ama yine dimdik.
Yine kendi gücünü toplamaya çalışıyor.

Zamanında Ayşe şöyle derdi:
“Annem ölürse, telefonumu kimseye vermem, kaybolurum.”
Ama öyle olmadı.
Hayat kimseye istediğini vermiyor.
Ve biz ne kadar kaçmak istersek isteyelim, aile dediğimiz şey bizi hep buluyor.

Şimdi buradan kardeşlerime, tüm geniş aileme sesleniyorum:
Bizler bu dünyaya sadece mutlu olmak için gelmedik.
Birbirimizi tamamlamak, acıya rağmen yürümek için geldik.

Annemiz artık yok.
Ama onun duası, sesi, hatırası bizde yaşıyor.
Ne derdi bize?

“Etle tırnak gibi olun. Hayata sımsıkı sarılın. Su akar, yatağını bulur.”

Öyleyse ağlamanın, sızlamanın değil;
Önümüze bakıp bir arada kalmanın zamanı şimdi.

Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Unutmayın:
Birbirimizi kaybetmeden, birbirimizin kıymetini bilelim.

Allah’a emanet olun. 

Yayınlama: 05.07.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.