Mutluluğun Sesi Oldukça Hayat Daha Güzel!

Hayatın belli anlarında insanın karşısına mutluluk, mutsuzluk, karamsarlık gibi duygular çıkar. Bu anlarda insan bazen kendi etrafında dönmez ama hayatı döndürebilmek için çaba göstermesi gerekir. Hayatın gerçekleriyle yüzleşip her anını dolu dolu yaşamak mümkündür. Çünkü insan, kendi mutluluğunu da mutsuzluğunu da aslında kendisi yaratır. Mutlu olmanın bir şiar olduğunu asla unutmamak gerekir.

Şairin şiirinde belirttiği gibi:
“Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze, ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”

Cahit Sıtkı’nın “Otuz Beş Yaş” şiirinde olduğu gibi, hayata tek bir pencereden bakmak insanı hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyaya mahkûm eder. İnsan, görmediği, duymadığı, bilmediği şeyi kendisinden hep uzak görür. Taşın sert olduğunu, suyun boğduğunu, ateşin yaktığını ancak belli bir yaşa gelince, her doğan günün yeni bir dertle başladığını fark eder.

İklimlerin bile kendine özgü bir zamanlaması vardır. Her meyve, kendine has bir anlam taşır. Gördüğümüz veya görmezden geldiğimiz birçok şey, belli aralıklarla karşımıza çıkar. Yaş ilerledikçe bu anlamlar daha da derinleşir. Ayvanın sarısı, narın kırmızısı sonbaharı çağrıştırırken; gökyüzünde dönen kuşlar, göç eden sürüler de bize hayatın döngüsünü hatırlatır.

Benim için de Ekim ayı bu döngünün en derin hislerini barındırır. 2021 yılının 13 ile 24 Ekim tarihleri arasında, 11 gün arayla annemi ve abimi; 12 gün sonra, 6 Kasım 1982’de de babamı kaybettim. Aynı ayda geçirdiğim kalp kriziyle Ekim ayı benim için adeta “Ekim zede” bir anlam kazandı. Hayatta her şeyin bir başlangıcı olduğu kadar bir sonu da vardır.

Yaş ilerledikçe insan, bir “namazlık saltanatın” olacağı o günü düşünür. Musalla taşında dostlarını, akrabalarını, sevdiklerini uğurlarken zamanın nasıl geçtiğini anlar. Bu farkındalık, varoluşla yok oluş arasındaki ince çizgide insana duygusal bir boşluk hissettirse de unutulmaması gereken bir gerçek vardır: Sevgi, her şeyin özüdür.

Varlık âleminin içinde insan, sevgiyi ön planda tuttuğu sürece hiçbir son gerçek bir yok oluş değildir. Şairin dediği gibi:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.”
Bu liman, olgunlaşmanın ve kabullenişin limanıdır. Kendimizi mutluluk denizine bırakıp sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü kaybetmeden, daha adil bir dünyada yaşamaya çalışmak en büyük gayemiz olmalıdır.

Hayat, her zaman yaşamaya değerdir. Yeni güzelliklerle, yeni değerlerle birlikte ümit var olmak, en yüce hedefimizdir. Mutluluğun temeli, bizi sevenlerle; dostlarımız, akrabalarımız ve sevdiklerimizle birlikte olmaktan geçer. Bir nefesimiz bile kalsa, o nefes sevgi denizinde bir damla olarak hep birlikte var olmalıdır.

Yunus Emre’nin dediği gibi:
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
Ve yine onun dediği gibi:
“Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.”

Hayatı ne aşırı gerçekçi ne de fazla hayalperest bir bakışla yaşamak gerekir. Ortayı bulup dünyaya neşeyle bakmak, insanın kendine verebileceği en güzel hediyedir.

Hayatı yaşadıkça, kendimizi sevdikçe, değerli olduğumuzu hissettikçe çevremize de güzellik yayarız. Bu da özsaygımızı artırır.
Kendini tanı, kendini sev, kendinle barışık ol ve hayata gülümse!
Bir daha bu dünyaya gelmeyeceksin. Bu dünya senin; onu en güzel şekilde yaşamak senin hakkın.

Gülen gözlerle bakmak istiyorum hayata!
3 Kasım, ikinci anjiyomun olacağı gün…
Sağlıklı ve mutlu bir dünyaya uyanmak dileğiyle.
Allah yar ve yardımcımız olsun.

Saygıyla, sevgiyle ve hoşça kalın…| ©DerVirgül

Yayınlama: 31.10.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.