Avusturya’daki Türkiye kökenlilerin eğitim seviyesi neden düşük?
| Adem Hüyük
Österreichische Integrationsfonds ÖIF [Avusturya Entegrasyon Fonu] 2023 verileri ne göre, Türkiye kökenli bireyler arasında yüzde 54,8 zorunlu eğitimin ötesine geçen bir eğitim düzeyine sahip değiller. Bu rakamlara göre, Avusturya’daki Türkiye kökenlilerin yarısından fazlası, sadece zorunlu eğitimi bitirmişlerdir.
ÖIF verilerine göre, Türkiye kökenlilerin yüzde 27,9’u çıraklık, orta dereceli meslek okulu [BMS] veya benzeri bir seviyede eğitim almışken, yüzde 10,8’i lise [AHS/BHS] düzeyinde bir mezuniyete sahiptirler.
Öte yandan, akademik eğitim açısından bakıldığında, Türkiye kökenlilerin yalnızca yüzde 6,6’sının üniversite, uygulamalı bilimler üniversitesi [Fachhochschule] veya akademi mezunu olduğu raporlarda yer almıştır.
Türkiye kökenliler neden eğitime sıcak bakmıyor?
Avusturya’daki Türkiye kökenlilerin eğitim seviyesinin düşük olmasının ardında tarihsel, toplumsal, ekonomik ve kültürel birçok etken bulunuyor.
1964 yılında yapılan antlaşma sonucunda başlayan göçün özneleri olan misafir işçilerin eğitim seviyeleri genel olarak düşüktü. Eğitim seviyesinin düşük, ancak ekonomik anlamda hırlı olan ilk nesil, sonraki nesillerin bu altyapısızlığın etkilerini taşımasına olumsuz bir etken olmuştur.
İlk neslin misafir işçi olarak kendilerini konumlandırması ve yine onları davet eden Avusturya tarafından da böyle görülmesi, onlara bir an önce para kazanmanın dışında bir seçenek bırakmamış ve eğitimi öncelikli bir alan olarak görmemelerine yol açmıştır. Bırakın eğitimi, Almanca dilini öğrenme ihtiyacı bile duyulmamıştır.
Günümüzde dahi Türkiye kökenli çocukların, genellikle Türkçe yayın yapan televizyonların seyredilen evlerde büyümeleri, Almanca öğrenmede zorluk yaşanmasının bir nedeni olarak görülse de asıl sorun daha derinden gelen aidiyet duygusunun yaşattığı boşluktan kaynaklanmaktadır.
2018 yılında bu eksende Avusturya’daki bir ticaret lisesinde Deniz ve Boran Hüyük tarafından yapılan araştırma sonuçları Virgül’de yayınlanmıştı.
Aynı okulda eğitim gören Deniz ve Boran kardeşlerin, görüştüğü öğrencilerin verdiği yanıtlar üzerinden vardığı sonuç, Türkiye kökenli öğrencilerin Almanca dersinde başarısız olmalarını, kısmen “Türkçeyi unutma korkusuna” dayandırmışlardı.
Sınıf arkadaşlarının, Viyana Kuşatmasından övgüyle söz ettiklerini ve yine o tarihin muhteşemliğini, nedeni bilinmeyen bir düşmanlık üzerinden Avusturya’ya üstünlük sağlamak için bir argüman olarak kullanıldığı görülmüştür.
Onlara göre, Avusturyalılar Türkleri hiçbir zaman sevmedi ve sevmeyecek.
Yerli halka gelişen anlamsız bu düşmanlık, ülkenin değerleriyle bütünleşmeyi de engellemektedir.
Ayrıca, öğrencilerin verdiği yanıtlarda, Almanca tam anlamıyla öğrenildiği durumda, Türkçenin tamamen unutulacağı düşüncesinin hâkim olduğu görülmüştür.
Eğitim, eğitimi besler
Eğitim seviyesi düşük ailelerin çocuklarının yüksek eğitim yapmaması, birçok faktörün bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir durumdur. Bu faktörler sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik etmenlerden kaynaklanmaktadır.
İlk nesilden miras kalan bireysel ekonomik kurtuluş düşüncesi, maddi durumu iyi olan kesimlerin bile kültürel yükselişinin önünü kesmiş, burjuva olma yolunda ilerleyen göçmeni, kendi dar kalıpları içerisinde sınıf atlamasının önünü kesmiştir. Bu nedenle bu kesim burjuva ruhunun verdiği üstünlük duygusunu Türkiye’de gidermiş ancak Türkiye halkı tarafından da “görgüsüz” olarak dışlanmıştır.
Avusturya’daki Türkiye göçmenleri arasında zengin olan kesimler, Avusturya burjuvazisi ile bir araya gelemediği gibi, göçmenler arasında da yeni bir sınıf oluşumuna gidememiş, çalıştırdığı işçisiyle aynı sosyal statüde kalmıştır.
Bunun en büyük nedeni; ekonomik kalkınmaya karşın, kültürel gelişimin paralel gitmemesi, zenginin içindeki işçi ruhuyla, kapitalist pratik yaşam arasında bocalamasına neden olmuştur.
Maddi durum kötü olduğunda çocuklar erken yaşta çalışmaya başlamak zorunda kalıyor desekte, maddi durumu iyi olanların çocukları da aynı eğitimsiz süreçten geçerek, mirasçı bir statünün takipçisi oluyorlar.
Maddi durumun kötü olduğunda çocukların erken yaşta çalışmaya başlamak zorunda kalmaları, eğitim yerine iş hayatına atılmalarına neden olurken, maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları da erken yaşta babalarının kurduğu firmaların başına geçmek için, işletmede çalışmaya başlarlar. Her iki durumda da eğitim yarıda bırakılır; ve cahil fakir/cahil zengin tanımlaması kendisini gösterir.
Üç nesildir eğitim seviyesi düşük olan göçmenler, yüksek eğitimin önemini yeterince kavrayan ve çocuklarını motive edebilen bir toplum yaratamamıştır.
Eğitim seviyesinin düşük olmasında ki başka bir etken ise, Türkiye bağlantılı cemaat ve örgütlerin Avusturya’da yapılanmasıdır. Bu yapılanmalar, Türkiye göçmenlerine derinden ve içten içe, “asimile edildiklerini fısıldıyor”, ideolojik veya dinsel anlamda oluşturulan kurumlar üzerinden, Avusturya toplumuyla gelişebilecek uyum davranışlarını engelliyorlar.
Diaspora oluşturmaya çalışan bazı cemaat ve örgütler, iki kültürün arasında sıkışan topluma yararlı olacaklarına, onları bir taraf olmaya zorluyor, bunu en değerli manevi duyguları sümkürerek yapıyorlar.
Bu gelişmeler ışığında, gençlerin büyük bir çoğunluğu, “Avusturya’da üniversite bitirsem ne olacak! Ben Yabancı Türk ve Müslümanım… Zaten istenmiyorum” düşüncesine kapılarak, eğitim yerine, cemaat ve örgütlerin kulağına fısıldadığı büyülü söze inanarak, bir an önce para kazanmanın yolunu arıyor, bunu yaparken de hiçbir ahlaki değer tanımadan, bütün değerlerine ihanet edebiliyor… | ©Der Virgül