UMUT…

“Bu yükün altında öleceksin” dedim hamala.  “Ölüm kolay, sen umuttan haber ver bana” dedi  ve ekledi  “umut varsa dünyayı vur sırtıma…!  Zamanın birinde kral, soğukta nöbet tutan askeri görür ve “burası çok soğuk sana sıcak tutacak kıyafetler göndereceğim, rahat edersin asker” diyerek uzaklaşır ve askere verdiği sözü de unutur gider. Ertesi gün, askeri soğuktan donmuş […]

“Bu yükün altında öleceksin” dedim hamala. 

“Ölüm kolay, sen umuttan haber ver bana” dedi 

ve ekledi 

“umut varsa dünyayı vur sırtıma…! 

Zamanın birinde kral, soğukta nöbet tutan askeri görür ve “burası çok soğuk sana sıcak tutacak kıyafetler göndereceğim, rahat edersin asker” diyerek uzaklaşır ve askere verdiği sözü de unutur gider.

Ertesi gün, askeri soğuktan donmuş şekilde bulurlar nöbet yerinde ve duvarda şunlar yazılıdır ” ben soğuğa alışmıştım kralım fakat sizin bana verdiğiniz söz üzerine bekledim, sıcak kıyafetler gelmedi, çok üşüdüm beni soğuk değil beklemek öldürdü.” 

Sevgili okuyucularım insanın verdiği son nefes doğduğunda aldığı ilk nefesmiş biliyor muydunuz? ‘’Ciğerlerimizde yaşadığımız günlerin nefesinden daha çok o ilk tuzlu gözyaşı tur atıyorken neye nasıl umut bağlayayım’’ demeyelim derken çok arabesk bir cümle kurduğumun farkındayım. Olsun.  

Farkındalığım cümlemin silinmesine sebep olmadığından devam edeyim. Hani bazılarınız sürekli dudak büküp yaşamın olumsuzluklarından dem vuruyor ya, yaşam senin an esnasında aldığın inisiyatiften başka hiçbir şey değildir.  

Etrafında olup bitenlere duyarsız kalmayı tercih ettiğinde, seni saran ve mutsuz eden umutsuzluğun bir parçası olmuşsundur artık, dolayısıyla atıl kalmayı tercih edip kar uykusunda ölümü göze aldığında aslında ruhunun bekaretini bozmuş oluyorsun, saflığını yitiriyorsun, acıdan zevk alıyor ve acıtana boyun eğiyorsun.  

Bırak bu şekil yaşamayı ve umuduna sarıl diye haykıran umudunu gör derim. Umutlarımız olmalı başkasına göre küçük bize göre büyükçe ya da başkasına göre büyük bize göre küçücük.  

Yeter ki umutla yaşamayı bilelim.  

Umudumuzu gönül ve beyin paydasında yaşatalım. 

Pandorayı hepimiz biliriz şu kutusu olan … 

Pandora da, bütün kadınlar gibi, meraklıydı derler. Bence merak etmenin cinsiyeti yok diyerek bu kısmı konudan uzaklaşmamak adına vın diye geçiyorum. Evet Pandora sandığın içinde ne olduğunu öğrenmek istiyordu.  

Bir gün kapağını açtı sandığın içinden hastalıklar, acılar, kederler, kötülükler çıktı. Korkuyla kapağı kapadı Pandora, ama çok geç kalmıştı olan olmuştu bir kere.  

Bir tek iyi şey çıkmıştı sandıktan: umut.  

Pandora’nın kutusundan hep kötülük çıkmış olması umudun da kötü olduğu anlamına gelmez. Pandora tüm kötülükleri kutuyu açıp etrafa saldıktan sonra Prometheus koşup kapağı kapamaya çalışmış umudun da uçup gitmesine engel olmuştur.  

Kutuda kalan, kötülüklerle başa çıkabilmenin anahtarı olacaktır. Umut, prometheusun emrine verilir ve insanlara gerektiği kadar o dağıtır, asla fazlasını vermez. 

Kiminin çocuğunun ismidir umut.  

Ailesine bir umut olsun istenmiştir.  

Kimi için yeni açılan dükkanın ismidir umut.  

İşsiz geçen günlerin ardından geleceğe yeni bir umuttur.  

Fakirin ekmeğidir umut, yedikçe daha bir acıktıran.  

İnsanı en dibe vurduranda, oradan tekrar zirveye çıkartan da umuttur, gece ve gündüzün birbirini takip ettiği gibi.  

Kimine yeni bir güne uyanma sebebidir umut, tekrar ve tekrar.  

Onca yıllık hatadan dönme fırsatıdır umut.  

Hiç umulmadık anda ortaya çıkan o duygunun esiri oluverirsiniz bir anda.  

İçten içe, usul usul, gözünden bile sakınarak korunur o umut.  

Ufacık bir umut size öyle bir güç verir ki, insanı kendisine şaşırtır, kendisine getirir.  

Ve o zaman dedirtir, onca yıldır neredeydin sen umut? 

Polyannacılıktan ziyade gerçekleri gören bir insan için motivasyon kaynağıdır umut. Umudumuz olmazsa yaşamamızın ne önemi kalır ki?  

Yaşama devam etmemizi sağlayan soyut olgulardan biri hem de en önemlilerinden biri değil midir kendisi?  

Çıkan tüm olumsuzluklara, olan tüm kötülüklere, kaçırılan fırsatlara, bekledikçe gelmeyen insanlara, diledikçe olmayan isteklere rağmen umudunu yitirmemek, yine de, bile bile umut etmek… 

Belki bir gün, insanca, istediğim insanlarla, istediğim şekilde ve istediğim yerde yaşayabilir, belki…  

Belki bir gün ağız dolusu hiç çekinmeden gülebilir, bir gün gerçekten aşık olup, sevilen göz nurunun nefesini yutabilirim demektir umut. 

Belki de bu zorluklar biter, bu hayat da düzelir, insanlar insan olmayı öğrenir, özüne döner diye beklemektir umut. 

Belki de imkansız bir aşka tutulmak gibidir umut mecnun misali.  

Belki bir gün, belki… 

Belki de deneyim karsısında zafer kazanmaktır, belki de gülmektir çektiği acılara.  

Ve belki de aşkın ölümden daha güçlü olduğuna inanmaktır umut. 

Bazen kurduğun bazı satırlar yaşanan zaman diliminde, insanın hissettiklerine paralel, normalden biraz fazla dokunabiliyor ruha.  

Yukarıda kurduğum satırlar gibi. Siz bakmayın bana, kelimeler dahi bana hep dokunuyor zaten. Burada iki kelime zihnimde keskinleşerek umut kelimesini de aralarına alarak cümle oluşturmak istiyor.  

Ben de izin veriyorum keşke ve iyi ki ye ve de umuda….. 

‘’keşkenin, iyi ki ye devindiği, dönüştüğü vakit belki de yeşerirdi umut diyorum. 

Ne diyor Sait Faik ”kış ne kadar çok, ne kadar uzun olursa olsun balık ne kadar az çıkarsa çıksın yine yaz, bildiği gibi mahrumiyetlerin içinden kafasını kaldıracak ve onu bekleyenlere gelecektir. 

Kış vakti hiç bıkmadan yazı düşleyen okurlarım, hepinizi sıcacık selamlıyorum. 

Yayınlama: 09.01.2020
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.