Avrupa’da Türkiye Kökenli Entelektüeller ve Sessiz Mücadele
Avusturya doğumlu hem Sosyoloji hem de Ekonomi alanında iki ayrı üniversiteden mezun, bir dönem iş koşulları nedeniyle Berlin’de yaşamış, kısa süre önce Viyana’ya geri dönmüş, benden en az on beş yaş küçük ama toplumsal analizlerinde yaşı ve sınırları aşan bir Türkiye kökenli entelektüelle bugün uzun bir sohbet etme fırsatım oldu.
Sözlerine doğrudan girdi:
— “Çok yazıyorsun hocam. Yazdıkların hep toplumsal alt sınıfların ölümcül yaşam koşullarına vurgu yapıyor. İşte bu, yaşadığın ölümcül hastalığın ana nedenlerinden biri. Yeniden tetikleyici unsurlardan uzak kalman gerekir.”
Tam da hastalığım yüzünden yazmam gerektiğini, doktorların özellikle tavsiye ettiğini anlattım. Çünkü hafızamı en iyi besleyen şey, düşünerek yazmak… Bunun olumlu sonuçlarını bizzat tecrübe ettim diyerek, sohbetin derinlere ineceğinin işaretini vermiştim…
Sosyoloji, insanı ve toplumu anlamaya çalışmanın en kapsamlı yollarından biri. Akademik eğitimi içselleştirmiş, gözlemleri keskin kişilerle konuşmak hem öğretici hem düşündürücü oluyor. Sohbet, kısa sürede Türkiye’de “gurbetçi” denilen Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlere ve her yaz Türkiye medyasında alevlendirilen karşılıklı öfke meselesine geldi.
Arkadaşım dedi ki:
— “Türkiye’de şöyle bir algı var: Avrupa’ya çalışmaya gelenler Avrupalılar gibi olmalı. Bu, en büyük çıkmaz. Çünkü Türkiye’den bakıldığında Avrupalılar tek bir homojen grupmuş gibi görülüyor. Avrupa’ya gidip hiç değişmemiş, hatta daha da geriye gitmiş gibi görülen bazı gurbetçilerin aşağılanması, aslında Avrupa’yı hiç tanımamış insanların yargılarından kaynaklanıyor.
Bugün her Avusturyalı Mozart ya da Beethoven dinliyor mu? Sigmund Freud hakkında kaç Avusturyalı fikir sahibi? Ve asıl soru: Aşırı sağcı FPÖ’nün oyları neden artıyor?”
Ben de katkı sundum:
— “Peki Österreich ve Heute gibi üçüncü sayfa haberciliği yapan bulvar gazeteleri neden bu kadar çok okunuyor?”
O da gülerek onayladı:
— “Evet, işte bu da medya çıkmazı. Avusturya genel olarak eğitim ve kültür seviyesi yüksek bir ülke olabilir. Ama bu, toplumda siyasetçilerin kuklası olan, gelişmelere duyarsız kalan, lider kültüne kapılan bir tabakanın olmadığı anlamına gelmiyor. Hem de azımsanmayacak kadar çok. Her toplumda eğitim seviyesi düşük nüfus, diğerlerinden fazladır. Aksi halde hiçbir siyasi iktidar bu kadar uzun süre ayakta kalamaz.”
Medya ve sosyal medya, röportajları seçerek yayımlıyor. Böylece Avusturya’da ya da AB ülkelerinde Türkiye kökenli eğitimli, entelektüel bir nüfus yokmuş gibi bir algı yaratılıyor.
Bunu Türkiye’den gelen akademisyenlerde de görmek mümkün. Hep bir küçümseme var tavırlarında. Geçen görüşmemizde bahsetmiştim: Boğaziçi Üniversitesi’nden bir akademisyen Viyana’ya geldiğinde bize yukarıdan bakmış, hatta dinlerken bile dinlememişti. Ama 1. Viyana’daki bir kafede, sadece yabancı olduğu için garson tarafından küçümsendi. Garson belki lise mezunuydu ama profesörü Almanca konuşamadığı için ötekileştirdi, hizmeti soğuk bir şekilde yaptı. İşte o an, profesörün bizim üzerimizde kurduğu ego yerle bir oldu. Garsonun umurunda değildi sizin kendi ülkenizdeki statünüz.
Gurbetçiler, her yönüyle analiz edilmeden, genellemelerin kurbanı oluyor. Türkiye’de gurbetçilere nefret kusanların eğitim seviyesi çok mu yüksek? Elbette değil… Birileri bir şey söylüyor ve o söz, beş milyon insana mal ediliyor.
Sohbetin devamında, Avusturya’daki Türkiye kökenli iş insanlarının sosyolojik tanımı, kültürel uyanış ile ekonomik kalkınma arasındaki çelişkilerin yarattığı sorunlar üzerine konuştuk…
Devam edecek.