Güçle,- para arasındaki fark | Bu Makaleyi On Kişi Okusun Yeter

Adem Hüyük, Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Türk gazetecidir. Gazetecilik kariyerinde, Avusturya'daki Türk toplumu, göçmen politikaları ve Avrupa'daki Türk diasporası üzerine analizler kaleme almıştır. ****Deutsch: Adem Hüyük ist ein türkischer Journalist, der in Wien, Österreich lebt. In seiner journalistischen Laufbahn hat er Analysen über die türkische Gemeinschaft in Österreich, Migrationspolitik und die türkische Diaspora in Europa verfasst.

Yaşamlarını sürdürmekte bile zorlanan gazeteciler, milyon Euroları olan insanların nasıl oluyor da korkulu rüyası, uğraşılacak hedefi hâline gelebiliyor?

Bu soru basit bir hesap gibi görünse de asıl mesele farklı: Korku, gazetecinin elindeki güçten kaynaklanıyor; bilgi üretme, açığa çıkarma, toplumu aydınlatma kapasitesi—ve tabi ki bütün bunları yapabilecek bir iradeye sahip ise […]

Günümüzde medya ve sermaye ilişkileri, toplumun gördüğü kadar basit değil. Para basın organlarını yönlendirebilir, reklamı ve etkiyi kontrol edebilir. Ama bir gazeteci elindeki kalemle, mikrofona sahip olduğu anda, devlerin korkulu rüyası hâline gelir. Gerçekler planları altüst eder, sessizliği bozar, milyon Euroların önünde durur.

Bir ütopya gibi görünen bu gerçeklikleri uygulayan ve hatta bu uğurda ölen onlarca gazeteci tanıdım ve buna karşın vefasız okuyucuları da…

Çok üst perdeden konuşuyorsun diyenlerinizi duyar gibiyim. Ama ben burada kendimden veya sorumlusu olduğum gazeteden bahsetmiyorum. Ayrıca olması gereken bir gazetecilik örneği vermek gibi bir derdim yok.

Peki derdim ne?

Çıkar ilişkileri üzerinden kurulan iş insanı-siyasetçi ilişkisi, siyasetçi için meyvelerini en çok seçim kampanyalarında verir. Siyasetçi iş vereni yanına aldığında, iş verenlerin çalışanlarına da hükmetme kudretini hadsizce kendisinde bulur.

Derdimi biraz daha anlaşılır kılayım; yakın tarihte yaşanan ve bizim dışımızdaki bir gelişmeden bahsetmek istiyorum:

SPÖ’nün Viyana seçimleri öncesinde milyon Euro harcanan reklam bütçesi, onlarda her şey satın alma hissiyatı doğurmuş, ama tüm bu parayla satın almalar, bazı gazetecilerin kalemini, bazı bilgileri ve halkın gözü önündeki hakikati satın almaya yetmemiştir.

Parayla alabilecekleri her şeyi aldılar, ama gerçekler hâlâ dokunulmaz olarak duruyor.

Belki önemli bir reklam gelirimizi kesmiş olabilirler. Bu, bizim ekonomik sıkıntılar çekmemizi, daha az sigara içmemizi, restoranlarda daha az yemek yememizi, belki yaz tatillerimizi iptal etmemizi, kira, telefon, enerji gibi faturaları uzatmalı faizlerle ödememizi sağlamış, belki de bizi çaresiz bırakmış olabilir. Ama o büyük konuşanların her türlü teklifini reddetmemizde, onları kahretmiştir. Bu da bize yeter… 

Ama asıl ahlaksızlık ne biliyor musunuz?

Ekonomik sıkıntılar içinde Türkçe haber yapmaya çalışan onlarca insanın geçim sıkıntılarını siyasi bir çıkar aracı haline getirmek, reklam vermeyi taaddüt ederek siyasetçinin ihtiraslarına kurban etmek ve onların onuruyla oynamaktır.

Diyeceksiniz ki yine üst perdeden konuşuyorsun…

Çok ayrıntıya girmeden, meraklı okuyucularıma söylemek isterim ki; bana da teklif geldi. Hem de doktorların “artık bir kilo bile kaldırmayacaksın” diyerek asıl gelir kaynağım olan diğer mesleğim, tesisatçılığın yasakladığı günlerde.

Avusturya devleti tarafından verilen yayın ve ilan kapsamında hiçbir mali destek sağlayamayan, reklam gelirini stratejik bir yatırım olarak göremeyen ve bütçesini “boşa harcanmış gider” olarak değerlendiren Türkiye kökenli küçük burjuva işverenlerin vicdanına bağlı olan bu habercileri, Avusturya siyasi partilerinden bazı adaylar, acımasızca yandaş medya oluşumlarına malzeme olarak kullanmakta, yaptıkları her habere müdahale etme hakkına sahip olmaktalar.

Avusturya’daki durumu içler acısı olan Türkçe habercilerin ve haberci olmak isteyenlerin hakkında, bir Türk diplomat bana şöyle bir yorum da bulunmuştu:

“Avusturya’da reklam pastası çok küçük ve her geçen gün de küçülmekte. Buna karşın Türkçe haber yapan gerçek gazeteciler pastayla birlikte azalıyor ama haber yapmak isteyenlerde bir o kadar çoğalıyor. Bu nedenle yapılan haberlerin seviyesi paralel olarak düşüyor ve seviyesiz bir reklam çatışmasının başlamasına neden oluyor.”

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu [TÜBİTAK] ile anlaşmalı olarak Viyana Teknik Üniversitesi’nde [TU Wien] iki yıl eğitmenlik yapan akademisyen can dostum, Moleküler Biyoloji ve Genetik, Genetik ve Biyomühendislik gibi bölümlerde DNA ve ilgili konular üzerine eğitim vermişti. Emekli öğretmen anne ve babanın kızı olan bilim insanından, Viyana’daki gözlemlerini sormuştum…

Çok alçak gönüllü, mütevazı bir yapıya sahip bilim kadını, bir derneğin organize ettiği programda en basit şekliyle “DNA ne demek?” başlıklı sunum yaptığını ve sonrasında soruları yanıtladığını söyledi.

Bilim kadının ifadesi şöyle oldu:

“Zaten DNA’nın tam açıklaması Türkçe’de anlam kaybederek yapılırken, [TU Wien’de İngilizce ders veriyordu] DNA’yı yanlış anlayanlara açıklamak daha da güçleşiyor. Gelen bir soruda, ‘Babamın bel fıtığı vardı, benim de var. Bu şimdi DNA olarak bana mı geçti?’ Bu sorunun bir yanıtı yok hocam. Sen her gün haber, yorum, analiz okuduğunu öngördüğün kitlenin, büyük bir çoğunluğu ‘maalesef’ eğitim seviyesi çok yetersiz…”

“Hocam, her toplum kendine benzeyen, ona hitap eden medyayı sever ve okur. Ben nasıl ki çok gereksiz bir ortamda DNA konusunda sunum yaparak olumsuz bir karşılık bulduysam, sen de habercilikte üreteceğin içeriklerin anlaşılmaz olmasını beklememelisin. Ancak anlaşılır olmak için bilimsel gerçeklerden uzaklaşıp, okuyucunun istediğini yaparsan, yani okuyucu kuyrukçusu olursan, bu topluma vurulan en büyük darbeyi vurmuş ve aydınlanma yolunu kapayan bir neden olursun. O haber sayfalarını, binlerce kişi kendilerini ifade ettiğini sanarak takip edebilir, ama Virgül’ün analiz, yorum ve köşe yazılarını her defasında on kişi okusun; bu sana ve Virgül’e yeter. Çünkü o on kişi, cehaletin pençesinden kurtulan özgür iradeler olarak sokaklarda, öğrendiklerini birilerine anlatmak için çırpınacak. Gün gelecek, on kişi yüz kişiye, binlere erişecek ve bir toplum karanlıktan aydınlığa çıkacak. Bunlar yaşanırken, okuyucu kuyrukçuluğu yapan haberciler de kim bilir belki gazeteci olacaklardır.”

Şu an Türkiye’de TÜBİTAK bünyesinde bilimsel çalışmalarını sürdüren dostum, bir günlük gazetede bilimsel makaleler yazıyor.

Onun da dediği gibi, on kişi okusun bu bize yeter. Kendimden hatırlıyorum; 16 yaşlarımda okumaya başladığım kitapları anlatacak insan arıyordum. Paylaşmak güzeldir. Hele ki bilgiyi…

Paylaşacak bir bilgi edinmek için okumak gerektiği gerçeği, yadsınamaz bir zorunluluk olarak bize bakıyor,- farkında mısınız?| ©DerVirgül

Yayınlama: 05.09.2025
Düzenleme: 05.09.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.