Kendine Müslüman Olmakla Irkçılık Karşıtı Olunmaz

Adem Hüyük, Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Türk gazetecidir. Gazetecilik kariyerinde, Avusturya'daki Türk toplumu, göçmen politikaları ve Avrupa'daki Türk diasporası üzerine analizler kaleme almıştır. ****Deutsch: Adem Hüyük ist ein türkischer Journalist, der in Wien, Österreich lebt. In seiner journalistischen Laufbahn hat er Analysen über die türkische Gemeinschaft in Österreich, Migrationspolitik und die türkische Diaspora in Europa verfasst.

Pierre Berton, yıllar önce “Irkçılık cahilin sığınağıdır. Bölmek ve yok etmek ister. Özgürlüğün düşmanıdır” demişti. Bu söz, bugün Avusturya’nın siyasetini ve medyasını anlamak için bir anahtar cümle gibidir.

Çünkü ırkçılık, toplumun özünde yoktur. İnsanlar ona doğmaz, sonradan öğrenir. Ama bir kez öğrenildi mi, en güçlü virüs gibi yayılır. O yüzden “gelişmiş ülkelerde ırkçılık olmaz” diyenler ya kendini kandırıyor ya da bilinçli olarak gözlerini kapatıyor.

Malcolm X’in söylediği gibi: “Irkçılık olmadan kapitalizm olmaz.” Bu cümle sadece ABD için değil, Avrupa için de geçerlidir. Avusturya’da göçmen emeğinin ucuzlatılması, mültecilerin aşağılanması, İslam’ın kriminalize edilmesi… Hepsi kapitalizmin kendi çarkını döndürmek için kullandığı yöntemlerdir.

Peki bu nefret nasıl topluma işleniyor? Yanıt basit: Medya üzerinden.

“Mülteciler tehdit, Müslümanlar sorun” manşetleri toplumun geniş kesimi üzerinde, mültecinin havuza girmesini, parka oturmasını, sokakta görünmesinin istenmemesini sağlıyor. Bu, otuz yıl önce “Türkler havuza gelmesin” diyen zihniyetin bugünkü devamıdır.

Ama işin acı tarafı şu: Irkçılığa uğrayan kesimler bile bir araya gelemiyor.

Müslümanlara saldırı olduğunda İslami örgütler kendi mağduriyetlerini gündeme getiriyor; ama Yahudilere, Kürtlere, Afrikalılara ya da Romanlara yapılan ırkçı saldırılarda sessiz kalıyorlar. Bu da dolaylı bir ırkçılıktır. Çünkü ırkçılığa karşı mücadele seçici olamaz.

Türk medyası da bu oyuna düşüyor. Sözde “ırkçılığa karşı” yayınlar yaparken, aslında “karşı ırkçılığı” besliyor. “Onlar bize yapıyor, biz de onlara karşı birleşelim” anlayışı, ırkçılığı yok etmez, sadece besler.

Farklı bir perspektif bakışında ise, Avusturya siyaseti yıllardır aynı diyeti sürdürüyor: İsrail’in koşulsuz yanında olma diyetini bizlere sunuyor. Hangi hükümet gelirse gelsin, hangi kriz patlarsa patlasın, Avusturya’nın refleksi hep aynı. Eleştirmek, sorgulamak, farklı bir perspektif sunmak neredeyse tabu haline gelmiş durumda. Bu kör bağlılık, aslında ırkçılık karşıtlığı değil, politik ikiyüzlülüğün başka bir adı.

Irkçılığa karşı olduğunu söyleyenlerin, sadece kendi dar alanlarına sığındıklarında gerçekte hiçbir şey değiştirmedikleri ortada. Kendine Müslüman olan, sadece işine geldiğinde ses çıkaran, işine gelmediğinde susan bir yaklaşım, ırkçılık karşıtlığı değildir.

Avusturya’da İsrail söz konusu olduğunda sergilenen bu “koşulsuz sadakat” tam da böyle bir ikiyüzlülüğün ürünüdür.

Antisemitizme karşı çıkmak elbette insani bir görevdir. Ancak aynı hassasiyet Filistinli çocuklar öldüğünde gösterilmiyorsa, bu duruşun adı ırkçılık karşıtlığı değil, seçici ahlaktır. Avusturya’nın İsrail’e verdiği bu “otomatik destek” de aslında başka bir ayrımcılığın üzerini örtmekten başka bir işe yaramıyor.

Irkçılığa gerçekten karşı olmak, evrensel değerler üzerinden tavır almayı gerektirir. “Hep İsrail’in yanındayız” diyerek kendini temize çıkarmak kolaydır; zor olan ise Filistinlinin, göçmenin, mültecinin, ötekileştirilen herkesin yanında durabilmektir. Avusturya’nın bu siyasal diyeti, gerçek bir yüzleşmeyi engelliyor.

Irkçılığın panzehiri, her durumda ve herkese karşı ırkçılığa karşı durmaktır. Başka yolu yoktur.

Irkçılık aynı zamanda psikolojik bir hastalıktır. Hiçbir vasfı olmayan, hiçbir üretimi olmayan kişiler, kendini bir grubun parçası hissederek var olmaya çalışır. Bu çevrelerin düşmanı bazen Türk olur, bazen Suriyeli, bazen Müslüman, bazen Yahudi. Hiç fark etmez.

En tehlikelileri ise hiçbir şeyi olmayanlardır: Onlar, kendini ancak kan dökerek var edebileceklerine inanır. Avrupa’da cami kundaklayan, sığınmacı evlerini yakan, sokakta mülteci avına çıkan ırkçıların profili budur.

Bugün yapılması gereken açıktır: Hem bize yönelen ırkçılığa hem de içimizdeki ırkçılığa karşı çıkmak. Bunun yolu da eğitimden geçer. Çünkü ırkçılık öğrenilen bir zehirdir. Çocuklarımızı cahilliğin ellerine bırakırsak, onların sığınağı da yarının ırkçılığı olacaktır.

Unutmayın: Irkçılık cahilin sığınağıdır. Ve cahiller susturulmadıkça, bu sığınak hep yeni barınaklar bulacaktır. |© DerVirgül 

Yayınlama: 18.09.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.