Bir Sonraki Zamanda Dul Kalan ‘’Şimdi’’

Oysa ben bir değişimin kıyısında uyanmıştım bu sabaha.  Başımı koyduğum yastık tutmuş öpüyordu değişmek isteyen yerlerimden.  Kendim..!  Direnişlerimden öptüğüm son sabah kendim…!   Gamzemden su içen kuşlar ne çok şahitti buna… Sen gördün mü onları? Heyyy ! Elimi değdirdiğim ekmek bile değişmiş ve kurumuş.  Ki en çok ben biliyorum kendim!…  Öyle bakma bana taşı buğdaya çevirdiğim […]

Oysa ben bir değişimin kıyısında uyanmıştım bu sabaha. 

Başımı koyduğum yastık tutmuş öpüyordu değişmek isteyen yerlerimden. 

Kendim..! 

Direnişlerimden öptüğüm son sabah kendim…!  

Gamzemden su içen kuşlar ne çok şahitti buna… Sen gördün mü onları? Heyyy ! Elimi değdirdiğim ekmek bile değişmiş ve kurumuş. 

Ki en çok ben biliyorum kendim!… 

Öyle bakma bana taşı buğdaya çevirdiğim o ellerim…

Düşük yapıyor hayatım bu sabah kansız bıçaksız…

Durup durup değişmem gerektiğini öğürüyor kalemim….
     
İnsanların en güç inandığım yalanları değişmezlik, en çok inandığım yanları da değişirliktir,” diyor Montaigne ve sonra bir ünlünün şu sözlerini ekliyor, “değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir.” 

Öylesine güçlü ve kapsamlı bir söz ki, değiştirilemediği için kötü olanın, bu kez kötü olduğu için değiştirilmesi gerektiğini içermiyor mu sizce de?
  
Değişiklik isteği sadece ruhumuzdaki bıkma doğasından gelmiş olma fikri bir an aklıma gelse de bu kısmı teğet geçip, insan her şeyin gerçeğini merak eden bir yaratıktır sözünü, insan bıkan bir yaratıktır sözü ile takas yapıp pek te güzel anlatabiliriz diye düşünüyorum.  

Esra bir kimyager biliyorsunuz. 

Dalından örnek vermese durur mu?  

Hemen veriyor bakın….. 

Atomun parçalanabileceği görüşü, bence “atom maddenin parçalanamayan en küçük parçasıdır” inancının ortaya çıkardığı umut kırıcı bıkkınlıktan doğmuş olması muhtemel bir durum diyorum.  

Buradan milattan önce yaşamış Demokritos’a sesleneyim ‘’değerli filozofum sanırım atomla ilgili değişimi tercih etmeliydiniz. 

Söyle bana düşlerinin kırıklarını hangi alçı sarabilir şimdi ve kaç kez daha kırabilir bir kalp aynı yerinden seni….’’ Buradaki kalp ben oluyorum…

Günümüze gelelim..

Şimdi O’nun, O değerli düşünürün sakalları arasına sızmış değişimi anlatan çocuklara kulak verelim….
  
Saçın, kıyafetin, tavrın, duruşun değişmesi değişimin ipuçlarını yakaladığın ilk yer olsa kalanını nasıl belirlersin? 

Aynı beynin gelişimi mi, değişimi mi kalanlar?  Ben değiştiysem neden beynimin bundan haberi yok? 

Değişimi bana söyleyecek kişi benden başkası mı?
  
Yıllar önce gördüğüm filmi bugün izlediğimde farklı odak noktaları bulmamı veya bazen daha da ileriye gidip eskisi kadar sevmememi değişime mi bağlayabilirim?

Beynimdekilerin değiştiğine değil, geliştiğine inanıyorum.. 

Gelişim de bir değişim değil midir?  

Gelişerek geldiğin son noktayla çıkış noktan arasındaki fark bir değişim midir? 

Düşünceler değişirse insan da değişir mi? 

Sorulara devam edelim.

Acaba tüm bu çevresel etkenlerden kurtulabilsem değişimim durur mu? Değişim bana bağlı bir şey mi, yoksa tamamen çevrenin tetiklediği bir şey mi?

İstasyonda görüp konuştuğum bir adamın hayat hakkındaki sözleri beni değiştirebilir mi? O zaman değişimi o mu başlatmış olur, ben mi? 

O başlatırsa bu gelişim sayılır mı? 

Peki bu gelişim sayılırsa özgür bir gelişim midir? 

Gelişimimin bir sürü yollarından biri midir yalnızca? ve sadece istasyondaki bir adamı görmekle ilgili midir bütün hepsi? onu görmesem farklı biri mi olurdum?

Değişimin karakter üzerinde etkisinin olduğunu düşünürsek tam tersini de düşünmek olanaklı olur mu?

Karakterim var mı? – Karakter kabının içine neleri doldurabilirim? iyilik, kötülük, hak, kıskançlık, kurnazlık, dürüstlük? 

Kurnaz olan birinin dürüst olma ihtimali var mıdır? 
Dürüst bir kişi sonradan değişir mi? 

Değişim karakteri değiştirir mi? 

Sen kendini aynı sansan da aslında gerçekten değişmiş misindir? 

Kafanız karıştı değil mi? 

Ama ben sormuyorum dedim ya düşünürün sakalları arasına sızmış geleceğin çocuklarıydı bu soruların sahipleri.
  
Nietzsche der ki: “çok hızlı değişiyorum: bugünüm yarınımı çürütüyor.”

Hayatta sabit kalan hiçbir şey yok.  

Yavaşça, izlemesi insana huzur vererek akan sular gibi aksa hayat… uzun uzun aksa sonsuzluğa… insan başka ne ister ki? İster ama …

Herkes bir şeyler ister ama bunlar elde edildikten bir süre sonra mutluluk vermemeye başlaması klişe bir trajedidir. 

Çünkü insan bunları elde etmek istemez, elde etmiş olmanın tatminini ister. 

Bu da süresi kısıtlı bir tatmin. 

İnsanın elindekilerle yetinmemesi, elindekinin kıymetini bilmemesi de bundan. 

Bu sebeple insan neye sahip olursa olsun, değişimi ve gelişimi hedeflemeye devam etmeli.  

Giyotine giderken bile o sırada okuduğu kitaba ayraç koyan Lavoisier  gibi, sahip olduğumuz her anın en değerli hazinemiz olduğunu unutmadan ve umudumuzu asla kaybetmeden içimize dönmeli ve yapmak için yanıp tutuştuğumuz şeylere ufak bir bebek adımıyla bile olsa başlamalıyız. 

Hiçbir şey yapmamaktansa, o küçük adımı atabilmek bile kayda değer bir durumdur.  

Değişim zor bir süreç, sancılı bir süreç.  

Ama kolay olsa herkes yapardı değil mi?
  
Zamanın ruhuyla evlenenler, bir sonraki zamanda dul kalırlar. 

Şimdi bunu neden yazdı Esra?
        
” – bir zamanlar, çok uzun yıllar önce bir ortodoks manastırında yaşlı bir keşiş yaşarmış.  

Adamın adı, Pamve’ ymiş.  

Bir ağacın yamacına kuru bir ağaç dikmiş.  

Genç bir öğrencisi varmış. 

Öğrencisinin adı Loaan Kolov’muş.  

Ona, bu ağaç canlanıncaya kadar her gün buraya gelip sulayacaksın demiş. 

Loann, her sabah erkenden bir kovaya su doldurup manastırdan çıkarmış. 

Dağa tırmanır ve suyu kurumuş ağacın dibine dökermiş. 

Akşam olup karanlık çökünce de, manastıra geri dönermiş. 

Bu üç yıl sürmüş… Günün birinde Loaan dağa tırmanmış ve ne görsün koca ağacın her yanında çiçekler açıyormuş. 
    
Bazen kendi kendime şöyle derim, eğer biz de her gün, bir ayin yapar gibi güzel bir davranışı hiç değiştirmeden yinelersek, dünya çok farklı olurdu.  

Bir şeyler değişirdi, değişmesi gerekirdi.
  
İyi ki değişim var. 

İyi ki geceler gündüze gündüzler geceye değişiyor. 

İyi ki pas parlak bedenler pörsüyor. 

İyi ki hasta olanlar iyileşiyor. 

İyi ki otobüsler bir yerden bir yere gidiyor. 

İyi ki ayakkabılar küçülüyor. 

İyi ki saçlar dökülüyor. 

İyi ki yağmur yağınca salyangozlar sakladıkları yerlerden hiç öyle bir şey yapmamışlar gibi çıkıyor. 

İyi ki dükkanlar kapanıyor. 

İyi ki fotoğraflar yangınlarda yanabiliyor.  

İyi ki trafik ışıkları sarıdan yeşile dönüyor. 

İyi ki yıldızlar sönebiliyor. 

İyi ki çorapların tekleri kim bilir nereye kayboluyor. 

İyi ki domates fideleri kendi ağırlıklarından eğiliyor.

İyi ki her cenaze sonrası “aslında bunlara hiç değmez” lafları göz açıp kapanıncaya unutuluyor. 

İyi ki alışveriş poşetleri çöp torbası olarak kullanılıyor. 

İyi ki gençler ışık hızına yakın hızlarda mesaj yazıyor. 

İyi ki motorlu kuryeler kaskları yarım giyiyor. 

İyi ki halıları güveler yiyor. 

İyi ki gömlek dosyalar kırışıyor. 

İyi ki mezarların üzerini yeşiller bürüyor.

İyi ki hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor da hep olduğundan başkaya döne döne oluyor.
    
Göğsünün içinde bir pencere aç…Camları güzelliklere açılan…Bana bir kapı aç göğsün genişliğinde…Aç ki girip seni değiştirebileyim… Ben kim miyim?  

Ben senin yeniliğe açık ergonomik tarafın, ben senin yenilenmek isteyen kapıda bekleyen düşüncelerin, ben senin içindeki ses…

Haydi…

Bütün çıkmayan sokakların denize karışacak…

İzin ver bana …

Haydi….

Güzel değişimlere…
   
Sağlıcakla kalın efendim…

Yayınlama: 06.02.2021
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.