Eylül’le Gelenler

Bir ay boyunca okuduğum ve yazdığım haberlerde, ne kadar çok şeyin ‘miladının’ Eylül ayına yüklendiğini fark ettim.   Yani çok ‘yeni’ şeyin Eylül ayında başlaması.   Bu kadar yükü Eylül taşıyabilir mi?   Bunu bilemem.   Ama Eylül denince aklıma ilk gelen okulların açılması ve askeri darbe oluyor.   O zamanlar küçüktük.   Başparmağın, taş, […]

Bir ay boyunca okuduğum ve yazdığım haberlerde, ne kadar çok şeyin ‘miladının’ Eylül ayına yüklendiğini fark ettim.

 

Yani çok ‘yeni’ şeyin Eylül ayında başlaması.

 

Bu kadar yükü Eylül taşıyabilir mi?

 

Bunu bilemem.

 

Ama Eylül denince aklıma ilk gelen okulların açılması ve askeri darbe oluyor.

 

O zamanlar küçüktük.

 

Başparmağın, taş, cam, çelik ya da kilden bir küreye hafifçe, ama ustaca vurmasıyla başlayan, kimi yerlerde ‘’misket, bilye’’ de denen ama bizim ‘’meşe’’ dediğimiz oyunumuz vardı.

 

Meşeleri dizerdik sıra ile, sonra vurmaya çalışırdık.

 

Eylül ayında sıraya dizdiğimiz meşe değil, boş kurşun kovanıydı.

 

Çatışmaların çıkardığı seslerin gölgesinde gizlenir, sesler kesilince boş kovan toplardık.

 

Topladığımız boş kovanlarla oynardık.

 

Gültepe, İşçievleri semtleri bize çok yakındı, kurşunlarda onlara.

 

Ve aylardan Eylül’dü.

 

Eylül İstanbul’da hiç bu kadar sıçak geçmemişti.

 

Sonraki yıllarda utançla anılacak altı ve yedi Eylül, gayrımüslümler için çok sıçaktı, her yer alev alevdi.

 

1955 yılıydı, aylardan Eylül’dü. Onların evlerini, dükkanlarını, canlarını yaktılar Eylül’de.

 

1970’ler de bir ses yükseldi Unkapanı’ndan.

 

Biri ‘’Eylül’de Gel’’ diyordu.

 

O günden bu güne kırk yedi Eylül geçti, kırk sekizinciye yarın gireceğiz.

 

Ama biz hala Alpay’ın Eylül’de gel şarkısını dinliyoruz.

 

Alpay “gitme, gitme gel, Eylül’de gel” derken kız gitmiştir de Eylül’de mi dönmelidir, yoksa hiç gitmemiştir, hiç gitmemeli midir?

 

Gibi değişik bir ruh hali içeren sözlerle vücut bulsa da, neden hala dinlediğimiz belli.

 

Lise yıllarına duyulan özlem ve lise aşkımızın bitmez tükenmez mükemmelliğidir.

 

Dedimya Eylül’ün yükü ağır, İzmir’in Yunan işgalinden kurtulması, Türkiye’de ilk telgraf hattının açılması, Halk Fırkası çalışmalarına başlaması. 

 

Yarın başlayacak olan Eylül’ün önemi ise, Avusturya hükümeti tarafından yasallaştırılan 12 saatlik iş günü yasasıdır.

 

Çok tartışılan bu yasa, 10 saat olan günlük çalışma saatleri üst sınırın 12 saate yasal olarak artırılması anlamına geliyor.

 

12 saat iş günü ve haftada 60 çalışma saati yasası, işçiler tarafından tam kavranmadığı kanısındayım.

 

Şöyle ki, İşçiler 16 saat çalışma saatini 8 saate indirebilmek için, dünyanın çeşitli yerlerinde binlerce işçi arkadaşlarının ölümüne şahit olmuşlardır.

 

Avusturya işçi sınıfı tarihinde, bedeller ödenerek, sendikalar kurulmuş, işçi odaları oluşturulmuştur.

 

Ve yine bunları başarırken, işçiler çanlarından olmuşlardır.

 

Bu kadar zor alınan işçi hakları, bu kadar kolay verilmemeliydi!

 

Yarın 12 saat üst sınır çalışma saati yasal olarak uygulanmaya başlanılacak.

 

Belki şimdi farkında değiliz ama, bu yasanın arkasından gelecek olan yeni hak ihlalleriyle, Eylül ayı yine iyi hatırlanmayacak gibi görünüyor…

 

 

Yayınlama: 31.08.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.