Göçmenlerin Milliyetçilik Çıkmazı

Hitler Almanyasının, komşularına saldıracağı söylentilerinin ayyuka çıktığı günlerde, Polonya’nın milliyetçi çevreleri şöyle bir söylemde bulunmuştu, ‘’ Bir Polonyalı atlı, 10 Alman tankına bedeldir.’’ – Alman tankları bir gecede, Polonya’yı işgal etti. Az gelişmiş ülke milliyetçiği, somut koşulların çok ötesinde, motivasyon tabanlı ve ölümü kutsayıcı radikal fedakarlıkları içerisinde barındırır. ‘’Bir Türk dünyaya bedeldir’’ söyleminin soyutluğu ve ‘’Ne […]

Hitler Almanyasının, komşularına saldıracağı söylentilerinin ayyuka çıktığı günlerde, Polonya’nın milliyetçi çevreleri şöyle bir söylemde bulunmuştu, ‘’ Bir Polonyalı atlı, 10 Alman tankına bedeldir.’’

– Alman tankları bir gecede, Polonya’yı işgal etti.

Az gelişmiş ülke milliyetçiği, somut koşulların çok ötesinde, motivasyon tabanlı ve ölümü kutsayıcı radikal fedakarlıkları içerisinde barındırır.

‘’Bir Türk dünyaya bedeldir’’ söyleminin soyutluğu ve ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ söyleminin, aslında ne bir mutluluk nede bir üzüntü vermediği açıktır.

Diğer yandan Almanya, İtalya ve İspanya gibi, sanayi devrimlerini tamamlamış ülkelerde, iktidarda kalmak ve sömürü ağını artırmak için, az gelişmiş ülke milliyetçilinin biraz daha ötesinde, ütopik savlarına, bilimsel dayanaklar üreterek, insan genleri üzerinden ırkçılık yapmışlardır.

‘’Sen Almansın!’’ diyerek, sıradan insanların kendilerini diğer uluslardan üstün görmesini ve önemsemesini sağlamak isteyen Naziler, bu sayede Alman olmayanın, diğerleri olduğuna vurgu yaparak, kitlelerde korku ile karışık bir savunma ve saldırı refleksi oluşturmuştur.

Zira milliyetçilik söylemi dünyayı ikili kategorilere ayırır, biz ve onlar, dostlar ve düşmanlar gibi, başka bir deyişle kimlikler ve karşı-kimlikler üretir, ‘bizi’ ‘ötekilere’ göre tanımlar, kendinden bir türlü emin olamadığı için de bu ayrımı hep canlı tutar.

Milliyetçi misin? – Evet

Bu yazıyı, çok kapsamlı bir tartışma doğurdu diyebilirim.

Tartışmayı yürüttüğüm, Öğretim üyesi ve iki üniversite öğrenciydi.

Milliyetçilik çıkmazına en çok giren göçmenler, kendilerini her hâlükârda eksik ve suçlu hissederler.

Nasıl mı?

Göçmen, durumu gereği, bir yerden bir başka yere, çeşitli nedenlerden dolayı göçmüş ve orada yerleşik hayat sürmeye başlamış demektir.

Dolayısıyla, yaşadığı yer ile geldiği yer arasında kurmak istediği bağ, sosyo-ekomonik nedenlerden dolayı istediği gibi gitmeyebiliyor.

Yaşadığı yer ile, geldiği yer arasında çıkan bir anlaşmazlıktan en çok etkilenen göçmen, kimi zaman seçim yapmak zorunda bırakılır.

Bu seçimde, milliyetçi duygularla, vefa duyguları çatışma içerisine girer ve göçmenin pratik yaşamı olumsuz etkilenir.   

Öğretim üyesi, milliyetçi olduğunu dile getirmesine rağmen, Avusturyalıların milliyetçilik yapmasına anlam veremediği çıkmazına giriyordu.

Türkiye’deki mevcut iktidarın milliyetçi ve muhafazakar olduğunun bilinciyle destek sunduğunu, ama Avusturya’da sağ muhafazakar iktidarlarla mücadele edilmesi gerekliliğini savunuyor.

Ama aynı zamanda, milliyetçi ve muhafazakar politikaları savunuyor.

Türkiye’de sola, sosyal demokratlara küfür eden öğretim görevlisi, Avusturya’da Yeşillere, sosyal demokratlara oy verilmesinden yana.

Neden sorusuna, Kime verelim? Milliyetçi-muhafazakarlara mı? Onlar bizi sevmiyorlar ki.

Peki hepiniz milliyetçi-muhafazakarsanız neden birbirinizi sevmiyorsunuz?

Neden birbirinize kızıyorsunuz?

Milliyetçi-muhafazakar olmak böyle bir şey değil mi zaten?

Aslında bu can alıcı üç soru tartışmaya son noktayı koymuştu.

Üniversite öğrencileri ve öğretim görevlisinin verdiği yanıt bu olmamalıydı.

Verilen yanıtlara onlar ve toplumum adına üzüldüm.

Her şeyden önce, Milliyetçi-Muhafazakar düşüncenin evrensel bir boyutu yoktur.

Savunanlarının dışında bir hükmü olmadığı gibi, hoşta karşılanmaz.

Nasıl ki, Avusturyalıların milliyetçi çıkışları biz göçmenleri zaman zaman ürkütüyorsa, Türklerin de bu yanlı çıkışları, Avusturyalıları ürkütmüştür.

Milliyetçi-Muhafazakar politikalar, ‘sınıf temelli’ olmadığı gibi, kendi içinde ise, üst sınıfın çıkarları için yürütülmektedir.

Bir büyük yanılgı ise, öz kültürünü, dilini, dinini muhafaza etmek ile, milliyetçilik eş değer sayılmasıdır.

Oysa, kültürel geleneklerin korunması, ana dilin unutulmaması için çaba harcamak, bu yönlü çalışma yürütmek, evrensel insan hakları kararnamesinde yer almaktadır.

Yani milliyetçilikle bir alakası yoktur.

Bizlerin görmesi gereken, milliyetçilik şiarı, hem Türkiye’de hem de Avusturya’da, belirli siyasi yetersizliğin ve siyasilerin basiretsizliği nedenlerinden doğmaktadır.

Bunu Sebastian Kurz örneğinde görmek mümkündür.  

Milliyetçi çıkışların daha net  görünür olduğu, milli kriz (mülteci akını) ya da milli başarı dönemlerine ideolojik temel oluşturan ‘gündelik deneyimler’ ise, milli kimliği kuran milli bilinci desteklemektedir.

Dolayısıyla, toplumsal alanda bir gerçeklik olarak inşa edilen milliyetçilik söylemi bu gündelik deneyimler içerisinde sürekli olarak yeniden üretilmektedir.

Avusturya’nın en milliyetçi geçineni olan, FPÖ eski lideri Strache örneğinde gördüğümüz gibi, milliyetçi politikalar, çok sıradan insanların duygularını, siyasi çıkarlar uğruna sömürmekten başka bir şey değildir.

Yayınlama: 27.11.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.