Yer Yüzü Herkesindir

İtalyan siyaset felsefesi düşünürü ve eğitimcisi Agamben’e göre mülteci hareketlerinin “kitlesel” olarak kabul edilebileceği göçler I. Dünya Savaşı sonlarında başlar ve yaklaşık üç milyon Avrupalı ülkelerinden başka topraklara göçer.  Aynı kıta Avrupa’sına milyonlarca orta ve uzak doğu halkaları sığınmak istiyor.   Birleşmiş Milletler ’in tanımına göre mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya […]

İtalyan siyaset felsefesi düşünürü ve eğitimcisi Agamben’e göre mülteci hareketlerinin “kitlesel” olarak kabul edilebileceği göçler I. Dünya Savaşı sonlarında başlar ve yaklaşık üç milyon Avrupalı ülkelerinden başka topraklara göçer. 

Aynı kıta Avrupa’sına milyonlarca orta ve uzak doğu halkaları sığınmak istiyor.  

Birleşmiş Milletler ’in tanımına göre mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi”dir. 

Avusturya’da 1933’te yabancılarla ilgili yasalar çıkarılmış, yabancının yeri belirlenmiştir.

Bu konuda Almanya’da daha ince bir çalışma yaparak, 1935’te yabancılarla ilgili yasalar kapsamında, özellikle Alman vatandaşlarını “tam vatandaşlar” ve “siyasal haklardan mahrum vatandaşlar” diye ikiye ayıran Nürnberg Yasaları büyük yankı uyandırmıştır. 

Avrupa ülkeleri sığınmacıların durumunu ‘’vatandaşlık’’ çerçevesinde ele aldığından, vatandaşlık yasalarına sırtını dayayarak temel insan haklarını görmezden gelebilmektedir.  

Mültecilerin haklarının “insan hakları” olarak değil de “vatandaşlık hakları” olarak düşünüldüğünde: Mülteciler anayurtlarından ayrıldıklarında artık yurtsuz; devletlerini bıraktıklarında artık devletsiz; insan haklarından yoksun bırakıldıklarında artık haksızdılar; yeryüzünün posası olmaya hak etmişlerdir.

İşte bu düşünce Avrupa ve Türkiye halkında hakim olan bakış acısıdır.  

Oysa, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri, Sadako Ogata göre, ‘’Mülteci sorunu, tüm devletlere ve insanlara, insan haklarına olan bağlılıklarını sınayacakları bir sınav olarak sunulmalıdır’’ diyordu.  

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesinde şöyle denilmektedir: Herkes, zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma hakkından yararlanma hakkına sahiptir. 

Mülteciler sığınma talebi ile geldikleri ülkede insani koşullara yani en azından güvenlik, barınma, beslenme, eğitim, sağlık, çalışma gibi haklara sahip olmalıdır. 

 

Ansiklopedik bilgilerin ötesinde, güncel yaşamda en çok tartışılan konu; mültecilerin yerleşik hayat sürenlerin üzerinde oluşturduğu korkudur.

Bu korku, yaşam standartlarının değişmesi- silah satarak yükseltilen standardın, o silahlardan çıkan kurşunla ölen anne-babaların çocukları tarafından yıkılması korkusudur.  

Kimse savaşmak zorunda değildir! 

Hiçbir insanı, korkularından veya yaşamak-yaşatmak istemesinden dolayı yargılayamayız.

Ölümü kutsayarak, ölümün önüne ve arkasına ırkçı ve dini ibareler ekleyerek, insanlardan ölmelerini beklemek maalesef az gelişmiş ülkelerde, küçük hesaplarda bile halen kullanılmaktadır.

İşte bu hesaplara uymayanlar, yurtlarını yaşamak için terk ediyorlar.  

Yaşamak isteyenler, daha iyi yaşayanlar tarafından istenilmemekte, yok sayılmakta ve geldikleri yere geri dönüp savaşmaları istenmektedir.  

Hayatlarında filmlerin dışında silah görmeyen ve görmek istemeyen insanlar, başkalarından silahın pazarda domates gibi satıldığı ülkelere geri dönmesini istemektedir.  

Üç yıl önce, Kuzey Irak’ta Avusturya’nın Glock marka tabancasından beş bin adet olduğu söylenmişti.

Bu tabancanın fabrikasında çalışan işçi, Irak’tan gelen mülteciyi ülkesinde istememektedir.

İşçi ile mülteci arasında oluşan bu ölümcül diyalektik, mültecinin sermaye tarafından ucuz iş gücü olarak kullanmasından kaynaklanmaktadır.  

Avrupa’ya veya Türkiye’ye ulaşan mülteciler çoğu yerde birer “ucuz işgücü” kaynağına dönüşmüş durumdalar.

Üstelik bunun karşısında da “yabancı düşmanlığı” gibi büyük bir sorunun doğuşuna da tanıklık etmekteyiz.  

İpek yolundan bu güne, Feodal üretim ilişkilerinden, Kapitalist üretim ilişkilerine kadar, artık hiçbir yer, hiç kimsenin değildir.

Bir yer, diğer bir yere göre yaşam standartları iyi ise, artık bilin ki diğer yerin hakkını yemiş-sömürmüştür.  

Bu nedenle; Nasıl ki gökyüzü herkesinse | yer yüzü de herkesindir…

 

Okuyucularımızın Dikkatine! 

Virgül haber Sitesinin kurumsal Facebook sayfası açılmıştır. Artık tek resmi sayfamız burası olacaktır. 

Diğer sayfalarımız zaman içerisinde, tarafımızca kapatılacaktır. | Bilginize… 

Yeni sayfamızı beğenerek, virgülün yayınladığı haberleri takip edebilirsiniz… 

 

Yayınlama: 02.03.2020
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.