Zirvede Olduğunu Sadece Kendisi Biliyor-du

Kimse onun yaptıklarına karışmıyor, yorum yapmıyor, eleştirmiyordu…  Üstelik kendi çevresinde oluşturduğu, kendisini dinleyen, destekleyen, biat eden küçümsenmeyecek bir kitlesi de vardı.   Ama yetmiyordu..!  Önemsenmek istiyordu…  Zira yaptığı şeyler, toplumun her tarafından kabul görülmeli, taktir edilmeliydi.   Ama olmuyordu…  Olmadıkça saldırgan, ciddiye alınmadıkça daha kibirleniyordu.   Evet onu kıskanıyorlardı… Bunun başka bir açıklaması olamazdı…  Yaptıklarını başkaları yapamıyor, bu nedenle […]

Kimse onun yaptıklarına karışmıyor, yorum yapmıyor, eleştirmiyordu… 

Üstelik kendi çevresinde oluşturduğu, kendisini dinleyen, destekleyen, biat eden küçümsenmeyecek bir kitlesi de vardı.  

Ama yetmiyordu..! 

Önemsenmek istiyordu… 

Zira yaptığı şeyler, toplumun her tarafından kabul görülmeli, taktir edilmeliydi.  

Ama olmuyordu… 

Olmadıkça saldırgan, ciddiye alınmadıkça daha kibirleniyordu.  

Evet onu kıskanıyorlardı…

Bunun başka bir açıklaması olamazdı… 

Yaptıklarını başkaları yapamıyor, bu nedenle de ellerinden bir şey gelmiyor, tek yapabildikleri görmezden gelmeyi seçiyorlardı. 

Bir taraftan kendini beğenmiş, ukala görüntüsünün ardında, küçük düşme ve aşağılanma korkusu yaşayan savunmasız kişiliğe sahipti.  

Ona baktıkça, Alfred Adler’in tespitleri gelirdi aklıma.  

Alfred Adler’in kariyeri, bir insanın aşağılık duygularının üstesinden gelme çabalarına verilebilecek mükemmel bir örnektir.  

Ama o, ne yazık ki- yaşadığı Viyana’da doğan Alfred Adler hakkında hiçbir şey bilmiyordu.  

Çünkü okumuyordu… 

Bu nedenle de yazamıyordu. 

Kendisini, en doğru, en dürüst, en başarılı olarak görürken, diğer insanların kendisini yanlış anladıklarını düşünerek, güç gösterisi ile haklılığını ispat etme çabasından hiç vaz geçmedi. 

Ben diğerlerinin göremediğini görüp hissederim, ben farklıyım…diyebilecek kadardı… 

Bunları derken bile cümleleri yanlış kurar, yaptığı işe en gerekli olan Türkçeyi bile beceremezdi.  

Başarısızlıktan ve aşağılanmaktan aşırı derece de korkardı. 

Sorumluluktan ve suçu üstlenmekten kaçar, en sıradan davranışların bile kötü amaçlı olduğuna inanır, kendini korumak için aşırı saldırgan bir tutum sergiler, ukalalık, kendine aşırı güven, herkesten üstün olduğuna inanır, yalan söyler ve gerçekleri farklı göstermeye çalışırdı… 

Kendisini ispat etmeye çalışırken, kendisini meslektaş olarak görmeyen, meslektaşlarına saldırır, onların bu işi yapamadığı, kendisinin emek harcadığını söylerdi.  

Avusturyalı psikiyatrist Alfred Adler’in şu tespiti gibi; ‘’Kendinde olduğunu düşündüğü yetersizliği telafi etmek için olağanüstü çaba harcar.’’ 

Harcıyordu…  

Evet tespit doğru; kendinde olduğunu düşündüğün ama zaman zaman bundan bile şüphe ederek, seni meslektaş olarak görmeyen meslektaşlarına saldırmanın nedeni, şüphe duyduğun becerinin sende gerçekten olmayışından kaynaklanmaktadır. 

Onunda bir hikayesi vardı elbet; bir sabah aynanın karşısına geçerek, ‘’neden olmasın’’ demişti. 

Ama olmamıştı… 

Bu olmamışlık onda, eleştiriye yönelik aşırı tahammülsüzlüğü duğurmuştur.  

O zirvedeydi, ama bunu sadece kendisi biliyor ve inanıyordu.  

Bu nedenle sürekli övülme ihtiyacı duyar ve kendisinden bahsedilmesini ister – başkalarıyla kıyas halinden hiç yorulmazdı.  

Olduğu kişi ile olmak istediği kişi arasındaki uçurumu göremiyor, aşağılık kompleksini yenemiyordu.  

Belki bir gün yenecekti… 

Hiç unutmam, yıl 1997.  

Gazeteye gönderdiğim yazılar basılmıyor, baskıya alınan haberlerimi ise, ben bile, benim olduğunu anlayamıyordum.

Uyarlanıyordu… 

Almanya’da olan gazete merkezine yolum düştü; umarsızca haberlerimin hesabını sordum.  

Bana dediler ki; sen haber yazma… 

Belki başka bir becerin vardır ve sen farkında değilsindir. 

Onu bul ve ortaya çıkar, onu meslek edin. 

 

Alfred Adler’in okul hayatı, aşağılık duygusu ile başa çıkmakla geçti.

Notları zayıftı, hatta matematiği o kadar kötüydü ki, bu dersi tekrarlamak zorunda kaldı.  

Öğretmeni babasına oğlunu okuldan almasını ve bir ayakkabıcının yanına çırak olarak vermesini tavsiye etti.  

Ancak bu durum Adler’i daha da hırslı biri haline getirdi.

Canını dişine takarak çalıştı ve kısa süre sonra matematikte sınıfın en iyisi oldu.

1895 yılında tıp okumak için Viyana Üniversitesi’ne girdi. 

Evet sana katılıyorum, herkes bildiği işi yapsın… 

Yayınlama: 08.04.2020
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.