Türkiye Göçmenlerinin Seçim Paradoksu

Yunanlı ünlü avukat Protogras, verdiği özel dersin ücreti ile ilgili olarak öğrencisiyle bir anlaşma yapar.   Bu anlaşmaya göre öğrencisi aldığı ilk davayı kazanırsa bu ücreti avukata ödeyecek, kazanamazsa ödemeyecektir.   Dersin bitiminden hemen sonra herhangi bir dava alamayan öğrenciden ses seda çıkmaz.   Sabrını yitiren avukat, bir dava açarak bu ücreti öğrencisinden talep eder. […]

Yunanlı ünlü avukat Protogras, verdiği özel dersin ücreti ile ilgili olarak öğrencisiyle bir anlaşma yapar.

 

Bu anlaşmaya göre öğrencisi aldığı ilk davayı kazanırsa bu ücreti avukata ödeyecek, kazanamazsa ödemeyecektir.

 

Dersin bitiminden hemen sonra herhangi bir dava alamayan öğrenciden ses seda çıkmaz.

 

Sabrını yitiren avukat, bir dava açarak bu ücreti öğrencisinden talep eder.

 

Yeni avukat olan öğrenci bu ilk davasında kendini savunmayı üstlenir.

 

Bu davayı öğrenci kazanırsa ilk davasını kazanmış olacağı için davayı kaybeden hocasına parayı ödemek zorunda kalacaktır.

 

Tersine davayı kaybederse bu kez de davayı kaybettiği için hocasına yine ödeme yapmak zorunda kalacaktır.

 

Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenlerinin siyasi anlamda içine çekilmek istenen nokta, tam da, yukarıda verilen ‘’Avukat Paradoksu’’ örneğinde kendisini bulmaktadır.

 

Avusturya’da her seçim öncesi yaşanan bir gerçeklik, AB Parlamentosu seçimleri öncesinde de yaşandı.

 

Sivil Toplum Kuruluşları, siyasi, dini ve etnik örgütleniş biçimleriyle burada yaşayan Türkiye toplumuna hitap etmek, siyasal-kültürel gelişmeler ışığında topluma yön vermekle mükellef olduklarını ileri sürmekteler.

 

Kendilerine, Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenlerinin akıl hocalığı misyonunu yükleyen otoriteler, içinde bulundukları paradoksu, toplumun tamamına yaşatmaktalar.

 

Sağcısı-Solcusu-Muhafazakarı ve hatta ‘’Almanca konuşunca demokrat-Türkçe faşist-ırkçı’’ olanlar da dahil olmak üzere, her kesim seçim öncesinde toplumu hiçbir siyasi güç etrafına yönlendiremiyor, siyasi bir öngörü yapamıyorlar.

 

Sol ve emek yanlısı olduğunu ileri süren yapılanmalar, seçimler öncesinde yaptıkları her açıklama, şifreli-gizemli bulmacaları aratmamaktadır.

 

AB seçimlerinde, Türkiye göçmeni kendisine yakın gördüğü sivil toplum örgütünün tavrını öğrenerek, tercihini yapmak isterken, karşısına çıkan bilgilendirme ise, ‘’araştır bul’’ gibisinden bir yaklaşımdır.

 

Avusturya’dan AB’ye, emek yanlısı, ırkçılık-karşıtı adayların varlığından bahseden ve bunların desteklenmesi gerektiğini dile getiren açıklamaların en sonun da, mutlaka oy kullanmaya gidin vurgusu yapılmakta.

Peki bu emek yanlısı, ırkçılık-karşıtı adaylar kim?

O yazmıyor.

Onu kendiniz bulun!

Nasıl?

Kendimiz bulacaksak, örgüte ne ihtiyacımız var?

 

Türkiye siyasetinden bağımsız hareket edemeyen, Sağ ve Muhafazakâr çevrelerde durum daha da vahim.

Günlerdir muhafazakar grupların sosyal medya hesaplarını mercek altına aldık.

Seçimler üzerine sorulan soruları ve verilen yanıtları, yönlendirmeleri, hangi ruh haliyle yapıldığına odaklandık.

 

Öyle bir paradoks içerisine girilmiş ki, tartışma ve öneriler bir noktadan sonra tıkanıyor- tıkanmak zorunda kalıyor.

 

Bütün düğüm Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ekseninde düğümleniyor.

 

‘’- En kötünün, iyisi yine SPÖ’’ ben oyumu ona vereceğim!’’

‘’- Ama SPÖ, PKK’yı destekliyor’’

‘’- Evet doğru, ona da oy verilmez’’

‘’- Neos iyi bir parti ona verelim.’’

‘’- Evet en iyisi o galiba.’’

‘’- Neos içinde ateist diyorlar.’’

‘’- Zaten hepsi gavur’’

‘’- Arkadaşlar, SPÖ büyük bir parti, insan odaklı.

İçinden PKK’ya destek verenler çıkabilir.

Biz partiye oy veriyoruz, kişiye değil.’’

‘’- Yeşiller de iyi’’

‘’- Yok, oda Türkiye düşmanı’’

‘’- Biz Avusturya’nın bir parçası değiliz, Avusturya’nın ta kendisiyiz!’’

‘’- Oy verecek parti bulamıyorsanız bile yine de sandığa gidin ve boş oy kullanın.’’

 

Bütün bu tartışmalara, her sosyal sayfalarda konuşlanmış kurtarıcılar son noktayı koyuyorlar.

 

‘’- Yakında sizleri temsil edecek yeni bir parti kurulacak.’’ Mesajı verilerek, soyut bir umut veriliyor.

 

Seçim Paradoksu:

 

‘’SPÖ yabancılara diğerlerinden daha iyi bir yaklaşım sergiliyor.

 

SPÖ aynı zamanda PKK’yı desteklediği söyleniyor.

 

Bu durumda SPÖ Türkiye düşmanı.

 

SPÖ Türkiye göçmenlerine en olumlu yaklaşımı gösteriyor.

 

Bu durumda SPÖ Türkleri seviyor.

 

SPÖ başkanı, PKK ile biz yan yana olamayız dedi.

 

SPÖ’nün, AB liste başı adayı, PKK liderinin isminin de içinde bulunduğu bir önergeyi parlamentoya sundu.’’

 

Yukarıda ki kısır döngü, SPÖ’nün ideolojik yapısından bağımsız ve Ankara iktidarı etkisiyle Avusturya siyasetine yaklaşım sergilendiğinden, çıkmaza girmekte ve seçmen hür iradesiyle seçimlere katılamamakta ve tercih yapamamaktadır.

 

Sonuç:

Türkiye göçmenlerinin yoğun yaşadığı 10. Viyana bölgesindeki bir sandıkta kayıtlı 360 Türkçe isimden sadece 56 kişinin oy kullandığı bilgisi bizzat bana biraz önce ulaştı.

 

Siyasi yetersizliğin ve basiretsizliğin kaynağını kurutmak için, Avusturya’da siyaset yapmaya çalışan Türkiye kökenli siyasetçilerin, bugün değişen dünya ve toplumsal sistemler karşısında içinde bulunduğu ‘tutuculuğu’ ele alarak bunun analizine girişmelidir.

 

Zira bu tutuculuğun temelinde, Türkiye bağlantılı ideolojilerin çok katı, negatif bir modernlik yorumu ve bununla Türkiye kökenli toplumun hangi yönde, nasıl ve niçin değişmesi gerektiğinin bilimsel olmayan yol haritası yatmaktadır.  

 

Bu yol haritası, çoğunlukla dindar, gelenekçi bir yapıya sahip olan Türkiye göçmenlerinin, “değişime karşı olacağı ve değişmek istemeyeceği” ideolojisini güçlendirerek toplumsal değişimin ve birlikte uyum içerisinde yaşamın olanaklı kılınmasının önünde en büyük engel teşkil etmektedir.

 

Türkiye göçmenlerinin asimile tahdidi varsayımından yola çıkılarak, ‘Dışarıdan olmak üzere, tepeden, yukardan aşağıya doğru yönetme’ tarzının sürekliliğini mümkün kılmak ve bunu toplumsal hafızaya adeta kazımak istenmektedir.

 

Avusturya’da ve Avrupa’da yaşayan Türkiye göçmenleri, bir ‘’halk veya sınıf hareketi sonucu doğmadığından’’ göç ettiği topraklardan, “değiştirilmesi, dönüştürülmesi” gerekli ‘nesnedir’, kendi başına düşünemez ve değişemez olarak kabul edilmektedir.

 

Bu anlayış ‘Tarihsel bir özne’ olamayan göçmenler ile yöneticiler arasında kronikleşecek tarihsel bir uçurumun dayanağıdır.

 

Bu, doğal olarak ‘yaşam dünyaları’ değişen Türkiye göçmenlerinin istek ve taleplerinin yıllarca görmezden gelinmesinin de başlıca nedeni olmuştur.

 

Türkiye göçmenlerinin, yaşadıkları ülkelerde yaşam alanlarının genişlemesi, ancak onların kendi istekleriyle mümkün olabilecek bir şeydir.

 

Yaşam alanlarının genişlemesi, yaşadıkları toplumda siyasi-kültürel-sosyal alanlarda ayrı örgütlenmekle mümkün olmayacağı, göç tarihinin süreci incelendiğinde görülecektir.

 

Türkiye göçmenleri, içine dönük yaşamlardan sıyrılıp, yabancılık psikolojisinden çıkması, bu psikolojiyi kendisine yaşatan her kesimle, yerli halkın ilerici kesimleriyle birlikte mücadele etmek zorundadır.

Yayınlama: 26.05.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.